Sistematik bir şekilde ortaya çıkışı, Hz. Peygamber’den takriben iki asır sonrasına rastlamasına karşın tasavvuf, esasen Müslüman bireyin, hayatını, Kur’an ve sünnete uygun bir şekilde idame ettirmesi çabasından ibarettir. Bu yönüyle Hz. Peygamber’den itibaren tasavvufi faaliyetlerin var olduğunu söylemek mümkündür. Dört halife döneminin hitama ermesiyle saltanata dönüşen siyasi yapı, İslam toplumunda sahabe ve tabiin asrından sonra zamanla bir takım olumsuz değişikliklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Özellikle tasavvuf ehli, bugünkü ifadeyle “dünyevileşme” olarak tanımladığı bu olumsuz yaşantıdan vazgeçilmesini ve ahireti merkeze alan, şekli yerine getirmekle birlikte, içerisinde İslami bir ruh, hassasiyet ve edep barındıran İslami bir yaşantıyı salık vermişlerdir. Yine bu tarihlerde gerçekleşen yeni fetihlerle birlikte İslam coğrafyası, Orta Asya’ya kadar uzanmış, bu bağlamda Türk – İslam kültürü içerisinde yeni bir tasavvuf anlayışı da yerini almakta gecikmemiştir. Hiç şüphesiz bu anlayışın en güzel örneklerinden birini teşkil eden Ahmed Yesevi her daim hatırlanması gereken büyüklerimizdendir.
***
Anadolu irfanı dediğimiz şeyin merkezinde, mayasında, inşasında, ibdasında tasavvuf kültürünün bulunduğunu söylersek hata yapmış olmayız sanıyorum. Anadolu’ya düzenlenen akınlarda bilhassa Alperenler adıyla şöhret bulmuş, içerisinde gazi ve erenleri barındıran mümtaz ve nümune-i imtisal şahıslar, bir yandan cenk ederken diğer bir yandan da Anadolu’nun manevi imarı için çalışmış, buraya has yepyeni bir İslami ibrişimin temellerini atmışlardır. Yine Anadolu Türk yurdu haline geldikten sonra da zaman zaman manevi bunalımlar yaşanmış, bu fetret dönemlerinde Anadolu irfanı ve tasavvufu, ahlaki yapıyı yeniden inşa etmek için gayreti elden bırakmamıştır. Söz gelimi Hacı Bayram Veli’nin damadı ve talebesi Eşrefoğlu Rumi miladi 1448 tarihli “Müzekki’n Nüfus” isimli eserinin yazılma sebebini anlatırken, mürşid-i kamillerin azaldığını; azgınlık ve münafıklığın çoğaldığını; beylerin zulmettiklerini; kadıların, ilmi, kendi heveslerine alet edip, rüşvet yiyerek ilme karşı geldiklerini; müderrislerin fasık olduğunu; medreselerde tefsir ve hadis derslerinin okutulmadığını; vaizlerin, dünya için vaaz verip para topladıklarını ifade buyurarak yakınır. Hazret tarafından halkın büyük çoğunluğunun anlayabilmesi için Türkçe olarak kaleme alınan bu eser, tasavvuf ehlinin, dönemin manevi bunalımlarını giderme çabalarına güzel bir örnektir.
***
Peki tasavvuf nedir? Tasavvuf, her şeyden önce hayatı, Kur’an ve sünnete uygun olarak yaşama ve yaşatma gayretidir. Bunun için de öncelikle insana, Allah ve mahlukat karşısındaki konumunu göstermeyi hedefler. Çünkü insan, küçük aklındaki kuruntuları ve kurgularıyla herkesi, aklındaki küçük ama küçücük odacıklarda hapseder. Halbuki ne hapsettiği şey o kadar küçüktür ne de aklı o kadar geniş… Hepsi bir kurgudur insanın türettiği, inanmak istediği. Kendini kusursuz bilmek ve bildirmek için gösterdiği bir karanlık çabadır. Peki nedir insanı üstün kılan ya da kibriyle, hakikatini görmediği şeyi düşük tutan insandan? Gerçekte hepsi insanın o sönük aklındaki birtakım hayallerdir. Hesapsız senelerce yaşamış kâinatta, bir an-ı seyyale, bir saniyedir insanın hükmü. Yarın kimse hatırlamaz onu, o da aklının karanlık, kokuşmuş, dar, köhne sokaklarında kaybolur, halife-i zemin olma kıymetini yitirir. İşte tasavvuf, insanın kıymet-i harbiyesinin bu dipsiz kuyuya düşürülmesini engelleme ameliyesinden başka bir şey değildir.
***
Tasavvuf dediğin, bir kırık gönle girmek, ekmeğini bölüşmek, bir kap su sunmaktır. Selam vermek, tebessüm etmek, yetime el uzatmak, kibrini, kinini yenmek, bir büyük savaşta onurluca yürümektir düşmana. Şükür, sabır, itaat, ibadettir. Kendini tanımak, haddini bilmek, müspet harekettir. Dosdoğru yaşamak, hiç yamulmamak, tökezlese tövbeye sarılmaktır. Samimiyettir, hesapsızlıktır. Menfaatini, dostuna düşmanına öncelemek, kendini kusurlu görmektir. Velhasıl tasavvuf, yokluktur; yokluk içindeki varlıktır, doğduğun gibi safi olmak, bir vakit, bir çiğnem et parçası olduğunu unutmamaktır.
***
Anadolu irfanı ve tasavvufu sahasında hiç şüphesiz Karaman önemli bir konuma sahiptir. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in kayınpederi Şeyh Edebali ile Osman Bey adına ilk hutbeyi okuyan Şeyh Edebali’nin halifesi Dursun Fakih Karamanlıdır. Yine dört bir yanda türbesi bulunan ve şiirleri kulaktan kulağa, kalpten kalbe aktarılan, ilahi denilince ilk akla mısraları gelen Yunus Emre, Karaman’a nispet edilir. Bunun yanında büyük müceddid Mevlana Halid-i Bağdadi’nin halifesi Ödemişli Hasan Kudsi Efendi’nin kabri şerifi de Karaman’dadır. Mevlana’nın annesi Mümine Hatun, Şeyh Ali Semerkandi, Siyah Ser Karabaş Veli, Kutb-ul Aktab Ahmet Efendi, Zeyve Sultan Karaman’la irtibatı olan önemli maneviyat büyüklerindendir.
***
Kısa bir girizgâh yaptığımız bu yazıyı takip edecek yazılarımızda Karaman’a nispet edilen maneviyat büyüklerimiz başta olmak üzere Anadolu’nun manevi imarı için çabalayan ehl-i ilim, ehl-i kalp, ehl-i tasavvuf erbabını, kalemimizin kıpırdadığı ölçüde tanıtmaya, hatırlamaya ve hatırlatmaya çalışacağız. Sağlıcakla kalın vesselam.
Çocuk İşçi Oranında Artış!