Öncelikle ibrala.com Karaman haber sitesi olarak röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.
Biz sadece Karaman haber sitesi olmak istemiyoruz. Şehrin kültürünü, değerlerini de halkımıza anlatmak gelecek nesillere dijital ortamda miras bırakmak istiyoruz.
Bu kapsamda Karaman’lı bir yazar olarak sizinle röportaj yapmak istedik.
Karaman doğumluyum. İlkokulu ve ortaokulu Karaman’da okudum. Yani çocukluğum Karaman’da geçti. 1964 yılında ‘Çarşı Yangını’ olarak bilinen büyük bir yangın olmuştu ve orada babamın da dükkanı yandığı için bir anda işsiz kalmıştı. O yıllarda Avrupa’ya sözleşmeli işçi gidiyordu ve babam da bu gurbetçi kervanına katıldı. Daha sonra önce annemi, sonra da beni ve diğer kardeşlerimi yanına aldırdı. İşte Karaman’dan ayrılış böyle başladı.
Tabii ki en başta çocukluğum. Çocukluk arkadaşlarım. Ama o günlerden sadece 4 çocukluk arkadaşımın yerini biliyorum. Biri diş doktoru, biri tıp doktoru, biri bankacı, biri de esnaf. Diğerlerinden kiminin ismini hatırlasam da, başkaca bir bilgim yok. Akrabalarım var. Önce manevi duygular, sonra madde hatırlanıyor. Sonrasında kale, birçoğu toprak damlı eski mahalleler, dedemin ekip yetiştirdiği elma bahçesi, arabaşı, mayalı ekmek, çimenli çeyrek ekmek…
Karaman’a dair en çok çocukluğumla ilgili hatıralarım var. Bunları anlatan iki anı kitabı hazırladım. Belki bir gün yayınlarsam, orada Karaman’dan ve kendimden çokça bahsediyorum.
Yurt dışında ve yurt içinde turistik ve kültürel alanları inceleyip kıyasladığımda, elbette ki Karaman’da da yapılması gerekli bazı eksiklikleri görebiliyorum. Bu konuda kimse fikrimi sormadığı için, ben de bir şey söylemeye kendimi yetkili bulmuyorum ve neler yaparlar diye merakla bekliyorum. Bundan sanırım 20 yıl kadar önce Bursa’da yaşayan bir besteciyle telefonda konuşuyorduk. Nerede olduğumu sorması üzerine, memleketim Karaman’dayım der demez, ‘’Karaman neresi? Karaman nerede?’’ diye sordu. Bunu onun genel kültür ya da coğrafi bilgisizliğine mi vermeli, yoksa yetkililerin Karaman’ı yeterince tanıtamadıklarına mı vermeli onun yorumunu yapmak da bana düşmez.
Avantaj ve dezavantaj gözüyle değil de, genel olarak bakıldığında hep yabancısınız. Kaç yıldır orada yaşarsanız yaşayın, isterse ora doğumlu olun, ‘yabancı’ konumundan kurtulmak çok çok nadir.
Konunun gidişatına göre bahsediyorum. Yani bahsetmek için zemin hazırlıyorum. Hiç olmayacak olursa, Yunus Emre’nin mezarının nerede olduğu karmaşıklığına karşın Karaman’a değiniyorum. Alman ve Türk kültürü arasında bir köprü vazifesi üstlendiğime dair bir Alman gazetesi hakkımda haber yaptı. Fakat buna karşın, bu çalışmalarımı takdir eden bir Karamanlı olmadı. Bizzat kendim Karaman İl Kültür Müdürlüğüne, Belediye’ye, İmaret Dergisi’ne falan edebiyat ve beste çalışmalarımdan bahsettim, dokümanlar sundum. Ne ilgilenen oldu ne de bir dönüş yapan oldu. Hatta Karaman’da güya Karamanlı yazarlara kucak açtığı belirtilen bir kitapçıya bizzat whatsapp’den ulaşıp bir düşüncemi açtım. Önce beni kitap satın alacak müşteri sanıp ilgilendi ama ben yeni çıkacak kitaplarımın tanıtımını Karaman’da yapmayı ve o gün imzalı bir gün tertip etmek için bir kitapçı olarak yer desteğini sordum, sorum cevapsız kaldı. Hayatta en nefret ettiğim şey, sorunun cevapsız kalmasıdır. Cevap olumsuz bile olsa, mutlaka olmalıdır. İnsan duvarla konuşur gibi bırakılmamalıdır. Kaldı ki kitaplardan ben değil, kitapçı kazanacaktı. Şu ana kadar Karaman’dan kısa da olsa ilgilenen tek kurum, Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyeleri oldu. Zaten bu saatten sonra gerek okuma, gerek imza, gerek sahne gibi Karaman’daki hiçbir etkinlik içinde olmayacağımın kararlılığındayım.
Şu anda ikinci bölümü yayınlanan üçleme romanımda gurbet hayatından kesitler aktarmaya çalıştım. Bir okuyucum nasıl yazdığımı sormuş, ben de ‘Duygusuna bürünerek’ demiştim. Yani yazılan konu o andaki neyi, nasıl hissettiğinize bağlı. Konularımı tek tek değil de, genel olarak şöyle özetleyebilirim: İlk yazdıklarımda aşk konusu vardı. Buna toplumsal konular eklendi. En son da önceki konuları içinde barındırarak dini konulara ağırlık verdim. Hani ‘Aşk Allah’ı buldurur; ya da ‘Leyla’dan Mevla’ya’ denir ya, öyle… Zaten bu adda bir de bestem var. Batı’da Müslümanların öcü gibi gösterilmeye çalışılması bizleri çok üzüyor. Tabii ki İslam dininin şiddet değil, aslında barış ve kardeşlik dini olduğunu bildiğimizden, en azından konularımda bunları işlemeye çalışıyorum.
Şu anda ‘Dönüş Sancısı’na odaklıyım. İlk bölümü ‘Hasret’ adında çıkmıştı, ikinci bölümü de ‘Değişim’ adında yayınlandı ve şu sıralarda okur piyasasına sunulmak üzere. Üçüncü bölümü de ‘Bitiş’ olarak bu üçleme gurbet konusunu tamamlayacak. İlk 640 sayfası yayınlandı; sanırım toplamda 900 sayfalık bir roman. Tabii ki başka projelerim de var. Hatta bir yazısında beni anlatan bir yazar arkadaşım, ‘Doğduğu evi ve mahallesini anlatacak’ diye kendisine açtığım bir proje üzerine böyle değinmişti. Yani Karaman’la ilgili bir de roman çalışmam var. İlgi oldukça ve motivasyonum oldukça yazmaya devam edeceğim.
Ben göz önünde olmaktan pek hoşlanmıyorum. Yani sokakta tanınan biri olmayı istemiyorum. Ben değil, kitaplarım ön plana çıkmalı ve ilgi olacaksa bana değil, kitaplarıma olsun istiyorum. Yalnız benimle yapılan gerek radyo, gerek dergi, gerek gazete röportajları ve haberleri dışında birkaç kitapta bana da yer verilmiş. Bunlardan biri İhsan Işık’ın hazırladığı ‘Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi’, biri Mehmet Nuri Yardım’ın hazırladığı ‘Romancılar Konuşuyor’ kitabı, bir diğeri de Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinin hazırladığı ‘Karamanlı Şairler ve Yazarlar’ kitabı. Ayrıca bir edebiyat fakültesinde yüksek lisans tezi konusu için beni seçtiğini belirten bir edebiyat öğrencisi oldu. Gazetelerde tefrika edilen romanlarım sırasında ve sonrasında bu gazetelere uğradığımdaki orada karşılanışım bana hâlâ rüya gibi geliyor.
Türkiye’de büyük gelişmeler göze çarpıyor. Hemen hemen her alanda inanılmaz bir ilerleme hemen belli oluyor. Ama birçok şey yüzeysel, alt yapıda birçok eksiklik de kendini belli ediyor. Sonra ben dizi izleyen biri değilim ama fragmanlarında olsun, ya da bir yerde tesadüf rastladığım bölümlerinde olsun hep şiddet var. Adeta mafyalığa özendiren içerikleri hoş karşılamıyorum. Avrupa’da bu tür şiddet içerikli filmler akşam saat 22’den sonra gösterilir ki, çocukları olumsuz anlamda etkilemesin diye. Maç anlatan spikerlerin kendini yırtarcasına tavırlarından rahatsızlık duyuyorum. Maç izleyen insanları strese, agresifliğe ve fanatikliğe soktuğuna inanıyorum. Haberlerin uzun olmasını sıkıcı ve gereksiz detaylandırma olarak görüyorum. Avrupa’da ana haberler 15 dakikayı geçmez. Çünkü insanların vakti değerlidir ve zamanını TV karşısında geçirmek istemediği hesaba alınır. Bu süre içinde dünyadaki önemli gelişmeler işlenir; ama yok şu şöyle oldu, bu böyle oldu gibi uzun uzadıya gereksiz görüntülerden kaçınılır. Başı boş köpeklerin önünün alınamaması da ayrı bir konu. Hayvanlara zarar vermeden, Batı’nın ileri ülkeleri bu sorunu nasıl çözmüşse, Türkiye’nin de çözememesi için bir engel göremiyorum. En azından o ülkelerin çözümleri incelenerek bu çözülebilir.
Karaman’dan bu tür dijital haber gazetelerinden birkaçını duymuştum. Gerek Karaman’da yaşayan insanlar için, gerek Karaman dışında dünyanın her yerinden ulaşılır olması güzel bir hizmet. Emeği geçenlere başarılar ve portalın ömrünün uzun olmasını diliyorum.
Bir söz söylemeye kendimi yetkili bulmuyorum. Allah herkesin işini rast getirsin; herkese sağlıklı, huzurlu, mutlu bir ömür diliyorum.
Asıl adıyla Abdullah Erol Göksu olarak Karaman’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimi boyunca çocukluğu aynı şehirde geçti. Daha önce çalışmak için Almanya’ya giden anne ve babası tarafından Almanya’ya götürüldü.
Okumaya olan tutkusu dolayısıyla Türkçesini korudu ve geliştirdi. Yirmi bir yaşındayken Almanya’nın başşehrinde çıkarılan bir Türk gazetesinde gazeteciliğe başladı. Gazetede sürekli hikâyeler yazdı, gazetenin bulmacasını hazırladı.
Almanya’da Kimya Teknik Okulu’nu bitirdi. Uzun yıllar bir organik kimya araştırma laboratuvarında çalıştı. İlaç sektöründe bir dünya devi olan bu kuruluşun bir organik kimya laboratuvarında çalışmasına rağmen, Almanya’yı vuran ekonomik krizden bu iş yeri de ve dolayısıyla çalışanları da etkilendi. İş yeriyle karşılıklı anlaşarak asıl işinden ayrılmasının ardından, bilgisayara karşı olan ilgisinden ileri yaşlarında informatik (bilişim) okudu ve sonrasında bir süre bu branşta bankacılık bilişim işlerinde ve bir Alman televizyonun medya grubunda çalıştı. Daha sonra sanatsal çalışmalarına ağırlık verdi.
Romanları gazetelerde tefrika edildi, hikâye yarışması birincilikleri elde etti. Ayrıca gençlik yıllarında senaryosunu yazıp, yönetmenliğini yaptığı ve başrolünü oynadığı bir fotoroman çevirdi. Bestelenmiş birçok şarkıları ve kitap çevirileri de bulunan Göksu’nun edebî eserlerinde duygu ön plandadır. Sevgiyi, kültürel değerleri ve yaşanan gerçekleri ustalıkla yoğuran Göksu, yazmak için ele aldığı konularını gerçek hayatlardan gözlemleyerek işlemektedir.
Şu ana kadar yayınlanan eserleri:
• Akşam Güneşi (Şiir)
• Kahır (Roman)
• Gurbet Türküsü (Senaryo)
• Dost Kazığı (Hikâye)
• Söndü Nefesim (Şiir)
• Sen Bende Gizlisin (Şiir)
• Şöhretin Bedeli (Roman)
• Sahipsizler (Roman)
• Nobel Ödüllü Edebiyatçılar (Biyografi)
• Bir Yürek Yarası (Roman)
• İthal Gelinler / İthal Damatlar (Hikâye)
• Dönüş Sancısı 1 – Hasret (Roman)
• Dönüş Sancısı 2 – Değişim (Roman)
Başta Gülden Karaböcek, Suat Sayın, Yüksel Özkasap, Zeki Müren gibi ünlü sanatçılar olmak üzere söz ve besteleri değişik sanatçılar tarafından seslendirilmiştir ve kendisi MESAM (Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği) üyesidir.
Anı çalışması kitaplarında Selami Şahin, Adnan Şenses, Orhan Gencebay gibi müzik ve Gökhan Evliyaoğlu, Mehmed Niyazi, Nuh Albayrak, Fakir Baykurt gibi edebiyat dünyasından daha birçok ünlüyle görüşmelerine de yer verdiğini belirtmektedir.
Erol Göksu’nun , hikâye yarışması birincilik ödülüne layık görüldüğü gecedeki konuşmasından.
Karaman’da Bıçaklı Kavga!