h Dolar 32,5148 % -0.1
h Euro 34,9665 % -0.1
h Çeyrek Altın 4.054,00 %-0,27
h BIST100 9.723,51 %0,01
a Akşam Vakti 19:38
Karaman 26°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
KARAMAN HABER
KARAMAN HABER

ÇOCUKLUĞUMDAKİ İBRALA (Yeşildere) 2

Karaman Esnaf Destek KARAMAN HABER WHATSAPP KANAL
Karaman Esnaf Destek KARAMAN HABER WHATSAPP KANAL

yesildere_girisOYUNCAK VE OYUNLARIMIZ

Oyuncaklarımız:
Biz oyuncaklarımızı kendimiz yapardık. Emmimin oğlu İsmail ile ilk yaptığımız oyuncaklar; o yıllar viran ve metruk bir durumda olan, Romalılar devrinden kalan hamamın kalıntılarına, sel sularının sürükleyip getirdiği ve zamanla çökerttiği çamurlardan getirir, o büyük avlumuzdaki kocaman ahır damında; at, araba, (Gongu raf) Gramofon ve o günlerde hiç görmediğimiz (tomafil) otomobil gibi şekillere dönüştürür, bunlarla oynardık.
Yaşımız ilerledikçe, bu oyuncakların çeşitleri ve malzemeleri de değişmişti. Misal bir cevizin baş ve alt kısmını, bir de yandan kızgın telle deler, içini boşaltır, T şeklindeki çöpe, bir de iplik takıp, yandaki delikten çıkarır, ipi çeke çeke döndürürdük ki, buna ‘fırıldak’ derdik. Meşe ve buna benzer sert ağaçlardan, yine kendi ellerimizle (katır) “topaç” yapar, bunu çeşitli renklere boyar, düz bir yerde atar ve kırbaçla dakikalarca çevirir ve hatta diğer arkadaşlarla yarıştırırdık.
Cetvel kalınlığında, 10–15 santim uzunluğundaki ince bir tahta parçasının yukarı başından bir delik deler, bu delikten geçirdiğimiz ipin ucundan tutup başımızın üstünde hızlı hızlı çevirdiğimizde “vııın”, “vııın” diye ses çıkarttırırdık.
(Devri kamber) Ayçiçeği’nin hasadından sonra kalan saplarından, tüfek, tabanca yaptığımız gibi, köyde bir hayli de çok olan Karaağaç’ın müsait bir dalından yay, tenekeden eğip bir kamışın ucuna geçirdiğimiz oku ile, ıssız yerlerdeki kapılara, kömür parçası ile çizdiğimiz dairelere, atış talimleri yaptığımızı hatırlarım.
Baharda ağaçlara su yürüdüğünde; söğüt dallarından dilli düdük, fıkha, daha incelerinden uzunca boru yapar öttürürdük. Elmanın veya buna benzer armut ve ayva’nın iki tarafını keser, yuvarlak hale getirir, kenarlarına çöpleri soktuktan sonra, ortasından uygun bir çöpü de geçirir, ona göre yine söğüt dalından yaptığımız bir oluktan akıttığız suyla dönüşünü seyrederdik ki, buna da “çark” denirdi.
Köydeki Nahiye müdürü, nüfus memuru, Jandarma komutanı veya öğretmen çocuklarının oynadığı küçük dolma toplarımız yoktu ama, biz de sığır, beygir ve kıl keçilerin tüylerini ıslatarak elimizde uzun uzun sıkıştırır, küçük te olsa, top şekline getirir, bunu oynardık. Ben bilinen futbol veya voleybol toplarını ilk defa ziraat okuluna gittiğimde görmüştüm.
Yine memur çocuklarının elindeki (Mızıka) ağız armonisi, bizim ulaşamadığımız ama imrenerek seyrettiğimiz oyuncaklardandı.
Birazcık daha büyüdüğümde; anamın dikiş iğnelerinden birini ateşte ısıtarak olta haline getirip onunla, sonraları da Bakkal Köroğlu Dayının dükkânından, bir yumurta karşılığında, bizim Karaman oltası da dediğimiz, çengelli olta ile balık tuttuğum, okulda yapmasını öğrendiğim uçurtmayı çok kere en müsait yer olan Döşeme’de uçurduğum çok olmuştur..
Bazı arkadaşlar bir çatala bağlı lastik sapanla, o yıllar Korundibi’nden (Kızıllar) Taşkale çıkışına kadar ana cadde üzerinde karşılıklı dikilmiş Akasya ağaçlarında bulunan serçeleri avlarlardı ki, bunları gördüğümde o zavallı serçelere çok acırdım doğrusu.
Deremiz o yıllarda bahar sellerinden sonra uslanır, durulur ve pırıl pırıl olurdu. İşte bundan sonra daha önce yüzmeye elverişli olan bizlerin “Göbet” dediğimiz yerlerde veya sel sularının yeniden oluşturduğu göbetlerde, akran arkadaşlarla yüzme yarışları yapardık ki, eğer o yıllarda yaşayıp ta yüzmesini öğrenememiş olan bir erkek çocuk varsa çok şaşarım doğrusu. Şahsen kendim yüzmesini öğrendiğim deremiz sayesinde, ileriki hayatımda Fırat ve Göksu nehirleri ile çeşitli yerlerdeki denizlerde hiç çekinmeden yüzmüşümdür.
Bugünlerde teknolojinin getirdiği oyuncaklar birer harika. Yani şimdiki çocuklar bu konuda bizden çok şanslılar gibi. Ama acaba öyle mi? Sanmıyorum. Bence içinde kendine ait bir katkı, alın teri ve göz nuru yoksa, karşılığında ne kadar para versen de, o tam olarak sana ait değildir. Kırıldığında bir köşeye kaldırıp atarsın. Oysa yukarıda saydığım oyuncakların tamamı bizim yerli malımız, hayal gücümüzün mahsulüydü. Onları kaybettiğimizde veya kırıldığında, biz onların yenisini yapardık.
Zaten teknik yönden ileri uluslar bizim gibi geri kalmış olanları hep bu gibi usulden yola çıkarak aldatmıyorlar mı?
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren o uluslara muhtaç olmamak için yaptığımız her teknik ve yeni teşebbüsümüz, yine onların devreye girmesi ile engellenmiştir ki, buna en güzel ve önemli örnek olarak ta; Kayseri’deki uçak fabrikasının, o günkü nüfusa göre yüzde doksanlara varan okuma ve yazması olmayan bir ulusa, yaşadığı köyünde hem okuma yazmayı ve hem de bütün uğraşı olan yaşamını, birkaç yıl içinde yüksek seviyelere çıkaran Köy Enstitüleri’nin, kapatılma olaylarıdır.
Bilindiği gibi bu ve buna benzer her yeni atılımlarımız ya dışarıdan veya içerden işine gelmeyenler tarafından hep engellenmiştir.
İlkokuldan mezun olurken mümeyyiz olarak yakın köylerden gelen öğretmenlerin önünde terleyerek, hem de bir hafta süren imtihanlar neticesinde mezun olmuştuk. Şu anda yazboz tahtasına dönen ilköğretimde olanları görünce, o çocuklar için üzülmeyen yüreklerin, taş olması gerekir..
Gelişmiş ülkeler: çocuklarını müspet ilimlerle, algılamayı, yani okuma, anlama, kavrama, sorgumla ve akıl yürütme usulü ile yetiştirip dev adımlarla ilerlerken, bizler hala ortaçağ kuralları ile uğraşıyor, çocuklarımızı da öyle yetiştirmeye çalışıyoruz ki, yarın bu çocuklarımızın bizleri hayırla anacaklarını hiç beklemeyelim. Örnek istiyorsak işte orta doğu ülkeleri
Lütfen siyaset yapıyor demeyin. Çocuklarımıza yeteri kadar dini kurallara dair bilgilerini de verelim ama onları, diğer uluslara muhtaç olmayan, başlarını dik tutacak, müspet ilimle yetişmiş bireyler olarak yetiştirelim diyorum.

Oyunlarımız:
O yılların İbrala’sında; halk, ilkbahardan başlayıp, yaz boyu ve harmandan sonraya kadar durmadan çalışarak, hem kendisinin ve hem de hayvanlarının yiyecek ihtiyaçlarını içeriye attıktan sonra ancak birazcık nefes alırdı. Düğün ve evlenmeler bu günlerde yapılırken, o yıllardaki uzun ve etkili kış günlerinde; hayvanlarının bakımından artan zamanda da, ihtiyarlar mahallede bulunan odalarda, gençler de kahvede veya arkadaşları ile bir evde toplanır, evde oynanabilinen oyunları oynar veya sohbet ederlerdi.
Gerçi biz çocuklar; yılın her mevsiminde kendimize göre bir oyun bulurduk. Bilhassa İlkokulda iken, okulun önündeki cam önü veya cami önündeki, ta değirmen arkına kadar boş alanda; Billi (Çelik-Çomak), Birdirbir, Hölle, düz yerlerde yassı taşlarla; Nanaç, ahır, ağıl ve avlularda; Kör Ebe, Saklambaç, toprağı yumuşak olan tarla ve bahçelerde; Gömmeli Billi, damlarda; aşık, oyunları oynadığımızı hatırlarım. Kışın ise buzda kayma, kardan adam yapma, kartopu ile bir birimizle yaptığımız savaş oyunları, hatırladıklarımdan ancak birkaçıdır…
Bilhassa kız çocuklarının; düz bir yere kömür veya tebeşirle çizdikleri odacıklarda, küçük bir düz taş veya çanak parçasını, tek ayaküstünde seke seke “Kipi kipi nos” diye oynadıkları oyunlarını, bilhassa resmi bayramlarda emsal arkadaşları ile koşarken kaşık içinde yumurta, iğneye iplik geçirme yarışlarını unutmadım
Yine çuval içinde koşma ve halat çekme, bir tastaki yoğurt içine konulmuş parayı ağızla arama, gözleri bezle kapalı iki kişinin, ellerindeki kaşıklarla, bir birlerine yoğurt yedirme yarışlarını, beş taş ve dama oyunlarını hatırlarım.
Kahvelerde; bildiğimiz kâğıt, domino ve diğer oyunlar oynanırken, düğünlerde; kadın ve kızlar kendi aralarında, gençler de yine düğün sahibinin müsait odasında veya kendi aralarında yaptıkları sıra gecelerinde toplanır, Tura, El-el Üstünde Kimin Eli Var, Birdirbir gibi oyunları oynardık. Bir de; demirden veya ahşaptan yapılmış yuvarlak, buna göre de eğilmiş sert bir telle yollarda çevirdiğimiz çemberler vardı.
Bizden büyükler boş bir arsa veya buna benzer müsait yerde, sağlam bir direği yere diker, ucunu biraz sivriltir, daha uzun başka bir ağacı da tam ortasından, dikili olan ağacın sivri ucuna girecek kadar oyarak yerleştirir, iki tarafına binen kişiler de ayaklarının toprağı tepmesi ile biri yukarı çıkarken diğerinin ayağı toprağa gelirdi ki buna da “Gıcırdak” oyunu denirdi.
Kış günlerinde; her tarafın karla kaplı olmasından dolayı, bazı oyunlarımızı kaya blokunun öne eğik olmasından, kar ve yağmur değmediği için, her zaman kuru olan Korundibi’nde ve oradaki inlerde oynardık.
Ayni zamanda; bilhassa bahar aylarının gündüzünde, benim gibi sırtında ve ayağında doğru dürüst bir giyeceği olmayanlar, çoraplarında ıslanması ile çok üşüdüğümüzden buraya yani Korundibine gelir, münasip bir yere oturur, güneşin kayalara vurmasından akseden sıcaklığı ile, tatlı bir rehavet içinde, saatlerce kalırdık.
Bir de evimize yakın olan kalenin güneye bakan yeri de; kışın bizlerin en iyi ve emin oyun yerlerimizdendi.
O yıllarda adına “Saya Oyunu” denilen oyun ise; birkaç kişinin bir araya gelip, içlerinden birinin ön ve arkasına koyun ve keçi (Postu) derisi bağlanır, başına yine deriden bir külah geçirilir, ayaklarına, kollarına da ziller takıldıktan sonra, evlerden verilen bulgur, yağ gibi yiyecekler, odalardan ise, para gibi bahşişler toplanırdı.
Yalnız evlere girilirken evde küçük çocukların korkmaması için ev sahibi uyarılır, saya denilen kişinin kol ve bacaklarındaki çeşitli zillerin çangır çungur sesleri ile, o yıllardaki evlerin ara yeri denilen yere yatmasından sonra, diğer arkadaşı yüksek sesle şöyle seslenirdi; “Saya saya, sallım baya. Dört ayağı nallım baya. Saya geldi duydunuz mu? Selam verdim aldınız mı? Bay bayadan bayadan, Yılan akar kayadan, Düü, dedim meledi, Önüne koydum yaladı. Güğül güğül güğüldesin, Güğüldeki doldurasın. Ver ver diyen ablamın yiğit bir oğlu olsun. Verme verme diyen ablamın kel başlı bir kızı olsun” diyerek sözlerini bitirirdi.
Ev sahibi hanım da elinden ne gelirse bulgur, yağ gibi yiyecekleri, beraberlerinde taşıdıkları (Güğüldek) bir çeşit torba veya kaplara boşaltırdı. Odalara giden sayalar ise, oradakilerin verdiği para bahşişini alırdı. Ancak bilhassa odalara giden Saya’nın üzerine, o havada buz gibi suların boca edilmesi ve çuvaldız gibi iğnelerin batırılması gibi ağır şakaların da yapıldığı olurdu.
Bu oyunun aslı; eski yıllarda koyun çobanlarının koyun sahiplerinden alacağı esas ücretten başka bahşiş şeklinde ikinci bir gelir elde etmek için yapıldığı söylenir.

Devam edecek

Tevfik DEMİR
Konyada ki Yeşildereli

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

ÇOCUKLUĞUMDAKİ İBRALA (Yeşildere -2)

Karaman Haber Cep telefonu Uygulaması Karaman Haber Cep telefonu Uygulaması Karaman Facebook Grubu Karaman İnstagram

HIZLI YORUM YAP

Karaman Telegram