Korona illeti hepimizin ilk gündemi. İlacı bulundu, aşısı bulundu haberlerini Karaman siteleri olarak bizler ve ulusal siteler sürekli yazıyoruz. Aşıyı o ülke buldu bu ülke buldu. Yok Çin buldu yok Rusya buldu.
Peki neden bütün dünyaya Türkiye’den gitmesin bu ilaç ya da aşı. Şunu ifade edelim Türkler tarihin en köklü milletlerinden biridir. Dünya’da hastalıklara karşı bağışıklı sağlamak için ilk kasıtlı girişimler 15 yüzyılda Türkler ve Çinliler tarafından yapılmıştır. Uygur Türkleri zamanında yazılmış tıp kitaplarında çiçek hastalığı için Türkler tarafından yapılmış ilkel aşılama tekniği uygulandığı yazmaktadır.
Orta Asyadan Anadoluya gelen Türkler bu yöntemlerini beraberinde getirmiştir. Osmanlı döneminde 1700 lü yıllarda çiçek hastalığı bütün dünyayı kırıp geçirirken bunun çözümünü Türkler bulmuştur. Ancak dünyanın Türklerin bu başarısından haberi yoktur. Dönemin İngiltere elçisinin eşi 1721 yılında ülkesine yazdığı mektupta Türklerin bunu çözdüğünü yazar. Bu mektup aşı yapımına dair en eski belgedir. Hemen ülkesine gider ve aşıyı ingilizlere tanıtır. Böylece Türklerin bu çalışması Avrupaya yayılır. Bizden öğrendikleri bu yöntemi geliştirirler.
İngiliz Doktor Edwart bunun üzerinde çalışarakaşıyı geliştirir. Dünya Tarihine modern aşının mimarı olarak geçer. Sonrasında Osmanlı’da da çiçek aşısı geliştirme çalışmaları Telkihhane’de başlar.
1885 yılında en korkunç hastalıklardan kuduz için Fransız Pastör aşı bulur. Aşıyı bulan Pastör enstitü kurmak için dönemin bütün devlet adamlarına mektup yazar yardım ister. Bu mektuplardan biri de Osmanlı’ya 2.Abdulhamit’e gelir. Sultan Abdulhamit bilime ve bilim insanlarına verdiği önemle bilinmektedir. Bu çalışmayı yurdumuza getirmeyi çok istemektedir. Pastör’e mektup yazar mektubunda kendisine yardım yapabileceğini tek şartının bu çalışmaları Osmanlı’da yapması olduğunu söyler. Pastör bunu kabul etmez. Bu kez ikinci teklif gider. 3 Türk doktor Pastör yanında bu işi öğrenmeye yanına gidecektir. Pastör bunu kabul eder. 2 Abdulhamit Pastör’e çalışmaları için 10.000 altın ve en önemli Osmanlı Nişanı olan kahramanlığı simgeleyen Mecidiye Nişanı gönderir.
3 Kişilik doktor heyetimiz 6 ay sonra yurda döner. Kuduz aşısını Osmanlı’da üretmek için çalışmalara başlar. Kuduz aşısı bulunduktan sadece 3 yıl sonra Osmanlı’da aşı üretimi başlar. Bununla da yetinmeyiz. 1887 yılının ocak ayında kuduz tedavi müessesi kurulur. Bu kurum dünyanın üçüncü doğunun ilk kuduz tedavi müessesi olmuştur.
1890 yılının sonlarında ülkemizin ilk Mikro Biyoloğu olan Doktor Hüseyin Remzi beye Çiçek aşısı üretim merkezi kurmak için görev verilir. Bakteriyoloji hane-i Şahane kurulur. Burada difteri, kolera, sığır vebası, tifo, veba gibi aşılar üretilir ve kullanılır.
İkinci Abdulhamid ülkemize mikro biyoloji ilmini getiren kişi olarak tarihteki haklı yerini böylelikle alır.
Birinci dünya savaşının başlamasıyla tifüs salgını hızla yayılmaya başlar. Dünyada insan kanından tifüs aşısı ilk kez savaş sırasında 1915 yılında 2 Türk doktor tarafından bulunur. Bu doktorlarımız. Doktor Reşat Rıza ve Doktor Tevfik Salim’dir. Bu doktorlarımız tarafından üretilir.
O dönemde ordumuz tifüs salgınından kırılmaktadır. Kafkas cephesinde ordumuzda Doktor olarak görev yapan Hamdi Suat bey tifüs aşısının hazırlanmasında değişiklik yapar.
Tifüse yakalanmış insanlardan örnek alır. Bu örnekleri normalde yapıldığı şekilde 60 derecede ısıtmak yerine Erzurumda soğuğunda -16 derecede 48 saat karlar içinde tutarak inaktive eder. Bu şekilde aşının bağışıklığı daha da güçlendireceğini düşünür. Ürettiği aşıyı önce kendisine sonrasında doktor arkadaşlarına uygular. Uygulama yönetimini de değiştirmiştir. Bir kez yapmak yerine 3 er gün arayla dozunu arttırarak yapar. Bu yöntem dünya literatürüne Hamdi Metodu olarak geçecektir.
Kurtuluş savaşımızda da o zorlukluklar içerisinde kahraman Türk doktorları aşıyı üretmeye devam etmiştir. Hatta bu dönemde 1920-1921 yıllarında ülkemizde üretilen çiçek aşıları İngiltere, Fransa ve Amerikaya ihraç edilmiştir.
Cumhuriyet kurulunca Atatürk’ün talimatıyla 1928 yılında ilk Sağlık Bakanımız Refik Saydam tarafından Hıfzıssıha Enstitüsü kurulur. Ülkemizde aşı üretimi tek merkezde toplanır. Halk sağlığını ilgilendiren bütün inceleme araştırmaları burada yapılır. O yokluk yıllarında 22 çeşit aşı üretilir. 1932 yılında serum üretimi ülke ihtiyacını karşılar. İthalata son verilir. 1938 yılında Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre kolera salgını için Çin’e aşı yardımı gönderilir.
1942 yılında Amerika’da daha hiç aşı çalışması yokken 22 farklı aşı üreten bir ülkeydik. 1950 yılında grip aşısı üretimine başladık. 1968 yılında serum çiftliği kurularak serum ve aşılar üretilerek bütün dünyaya üretilen aşı ve serumlar satılmaya başlar.
Bu tarihten sonra aşı üretiminde gelişmelere ayak uyduramayarak dünyanın gerisinde kalmaya başlarız. Bizden aldığı aşı ve serumları geliştiren ülkeler bizi geçmeye başlar. 1998 yılında maalesef ülkemizde aşı çalışmaları sonlandırılır.
O tarihten günümüze kadar maalesef aşı ve serum alanında ülkemizde dünya ölçeğinde bir çalışma gözlemlenmemiştir.
Geldiğimiz 2020 yılında Korona virüsü (covid19) bütün dünyayı sarstığı şu günlerde ise Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, TÜBİTAK, Cumhurbaşkanlığı Sağlık Kurulu ve TÜBİTAK–MAM toplantı yaparak bu anlamda çalışmalara başladı. Moloküler Biyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Nesrin Özören yaptığı açıklama da “Corona virüse karşı 6 ay ila 1 yıl arasında yerli aşı, 4-5 ay içerisinde de ilaç geliştirilebilir” dedi.
Aralarında Konya’nın da bulunduğu birçok ilde üniversitelerde araştırma geliştirme çalışmaları başladı ve devam ediyor.
İbrala.com olarak arzumuz şudur ki bu çalışmalarda dünyada bir ilki başaran Türk milleti, çalışkan ve başarılı bilim insanlarının üstün gayreti ile bunu başaracaktır.
Karaman Belediyesi Maske Dağıttı