“Biz eskiden” diye başlayan ve özlem kokan cümleler hayatımızın vazgeçilmezleri haline geldi. Hepimiz; dostluğun, sohbetin, yardımlaşmanın bol olduğu günlere derin bir özlem duyuyoruz. Milyon nüfuslu şehirlerimizde, yüzlerce bin lira verdiğimiz evlerimizde, on binlerce liralık mobilyalarımızla yalnızlığımızı paylaşacak samimi bir dost arayışındayız. Eskiden evlerimiz tek katlı ama içi dost – akraba doluydu. Bugün çok katlı, kalabalık sitelerde yaşıyoruz fakat pek çoğumuzun kapısını çalan bir komşusu bile yok.
Şikâyetçi olduğumuz bu yalnızlığın sebebini modern hayata, çalışma temposuna, insanların güvenilmezliğine, samimiyetsizliğine bağlamak; işin kolayına kaçmak olacaktır. Bu sırça köşkü el birliğiyle, hep birlikte ördük. Dahası, örerken hiçbirimiz halimizden şikayetçi değildik.
Benim gibi; teknolojinin hayatımızı kuşatmadığı dönemleri hatırlayan herkes bilir ki o zamanlar teknoloji insanları ayırmaz, aksine birleştirirdi. Radyo dinlemek, televizyon izlemek demek konu komşuyla birlikte olmak demekti. Oysa bugün televizyon aynı evde yaşayan bireyleri bile bir araya getirmeyi başaramıyor. Herkes kendi odasında kendi küçük dünyasını kurmuş vaziyette yaşayıp gidiyor.
“Nerde o eski zamanlar, akşamları sobanın başında toplaşır sohbet ederdik” diyen anne babalar; evlatlarının yüzünü görememekten dert yanarken sonuna kadar haklılar. Yanıldıkları nokta; bu durumun tek suçlusunu, odasından çıkmayan evlatları zannetmeleri. Teknolojik iletişim cihazlarının ortasına doğan, 2 yaşında tablete, ilkokula başlar başlamaz cep telefonuna kavuşan ve tüm ihtiyaçlarını internetten “tek tıkla” karşılayan gençlerin; iletişim ihtiyacını da sanalda karşılaması şaşılacak bir sonuç olmamalı. Peki, biz anne babalara ne demeli? Cep telefonu ve internetle tanıştığımızda hepimiz yirmili yaşlarımızdaydık, yani o eleştirdiğimiz evlatlarımızın yaşında! Hayatımızın ilk gençlik yıllarını internetsiz yaşayabilen bizler, nasıl oldu da internete bağımlı hale geldik? Odalarından çıkmadığı için şikâyetçi olduğumuz evlatlarımız, yanımıza geldiklerinde bizi ne halde buluyorlar? Onlara vakit ayırıp, dinliyor muyuz? Yoksa süper akıllı telefonlarımızda sanal dostlarımızın sahte hayatlarını mı izliyoruz? Diğer bir deyişle, kendi çocuklarımıza yabancılaşmamızın sebebi çocuklar mı yoksa biz miyiz?
Netflix’e, youtube’a, pubg’ye teslim ettiğimiz çocuklarımız için haklı bir endişe içerisindeyiz. Peki, kendimiz için de aynı endişeyi taşıyor muyuz? Sosyal medya araçları seçiminde orta yaş grubundan bireylerin, gençlerden farklı tercihleri olduğu bir gerçek. Son yıllarda gençler daha çok instagram, youtube ve tiktok gibi görsel ağırlıklı sosyal medya araçlarını kullanırken; orta yaş grubu facebook kullanmaktan vazgeçmiyor. Seçilen sosyal medya ne olursa olsun inkâr edilemeyecek bir gerçek var: sosyal medyada vakit geçirenlerin çoğu amaçlarının iletişim kurmak olduğunu iddia ediyor. Peki gerçekten öyle mi?
İnternette, sosyal medyada kurulan ev içi iletişim örneklerinin en uçuk versiyonlarını bulmak mümkün. Anneler çocuklarına sofrayı toplamasını, kocalar eşlerine çay getirmesini whatsapp üzerinden söylemeye başladı. Hatta odasından dışarıya çıkmayan ergenimizin ne yaptığını da instagram hikâyelerinden takip eder hale geldik. Bu muydu bizim iletişim kurmaktan kastımız? Onlarca yıldır görmediğimiz, bizden kilometrelerce uzakta yaşayan sanal arkadaşlarımızla iletişim kurma bahanesiyle; evdeki canları ihmal etmiyor muyuz? Çocuklarımızın bizden uzaklaşmasının sebeplerinden biri bizim onları ihmal etmemiz, diğeri ise internet kullanımı konusunda kötü örnek olmamız mı acaba?
İnsana dair hiçbir şeyi standart kalıplarla tanımlamak mümkün değil maalesef. İnsani bir eylem olarak iletişim de oldukça girift bir konu. Henüz ikili ilişkilerdeki iletişim problemlerimizi çözememişken hayatımıza giren internet ve sosyal medya, bizi yepyeni bir iletişim biçimi ile tanıştırdı. Hayatımızın vazgeçilmezleri arasına giren bu yeni iletişim türüne online ya da çevrim içi iletişim diyoruz. Çevrim içi iletişimin kendine has kuralları, yöntemleri ve dili var. Bu yeni iletişim şekline alışma ve öğrenme sürecimiz hala devam ediyor. Televizyon ve radyo da evlerimize ilk girdiğinde ne yayınlandığı fark etmeksizin yayın süresince hep açık olurdu. Geçen 50 yılda program çeşitlerinin artması ve bizim bilinçlenmemiz sonucunda seçici davranmayı öğrendik. Aynı durum internet ve sosyal medya için de geçerli olacaktır. Sınırsız bilgi erişimi ve kıtalar arası iletişim imkânına kavuşan bizler; ilk şoku atlattıkça bilinçli kullanmayı ve seçici olmayı da öğreneceğiz.
Kişiler arası iletişimi gerçek hayattan sanal âleme taşıyan teknolojiye alışma sürecimiz devam ediyor. Bu sancılı öğrenme sürecinde hepimize düşen önemli görevler var. Hem kendimiz, hem sevdiklerimiz için gerçek hayat ile sanal âlem arasındaki dengeyi korumayı başarmak en önemli görevimiz. İletişimci kimliğimle bu köşede yayınlayacağım yazılarımda hem kişiler arası yüz yüze iletişimde, hem de çevrim içi iletişimde dikkat etmemiz gerekenleri sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Tekrar görüşünceye kadar; hepinize sosyal medyada takipçi sayımızı arttırırken, gerçek hayattı takip etmeyi unutmayacağınız günler diliyorum.
Hoşça kalın.
Gönül AKPINAR
ibrala.com
Duru ve Yıldızbaş’tan Rektör Akgül’e ziyaret
Çok önemli bir konuya değinmişsiniz. Zamanın nasılda akıp gittiğinin farkında bile olmadan yaşayıp gidiyoruz. Sanki bir uyku hali ama değil!
Teknoloji gelişti. Uzaklar yakınlaştı belki ama en yakınlarımızdan uzaklaştık. Hatta yabancılaştık.
Sözde iyiyiz, mutlu bir hayatın içindeyiz. Aslında çok mutsuz bir hayatın içindeyiz. Sevinci, hüznü emojilerle açıklamaya çalışıyoruz. Bu emojiler gerçeği yansıtıyor mu? Öfkemizi bile nokta (.)
ile ifade etmeye çalışıyoruz. Hep bi kısaltmaların duygusuzluğu içindeyiz. Yan yana olduğumuz insanlara, nasıl olduğunu sorduğumuz da “iyiyim ” dese bile yüz ifadeleri bizi doğruya götürür.
Mahallede top oynayan çocuklar, topla oynarken dizi yaralanan ve annesine koşanlar kalmamış.Hepsi sanal alemde üstelik anne ve babaları da sanal alemdeler.
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Maalesef, sanal dünyada rol yapmanın kolaycılığı hepimizi sarıp sarmaladı. Orada hepimiz güzeliz, zenginiz, mutluyuz… Oysa gerçekler hiç de böyle değil. Sonraki yazımda buna da değineyim inşallah.
Çok sevinirim. Sizler yazdıkça bizler bir nebzede olsa bilinçleniyoruz.
Çok önemli bir konuya değinmişsiniz. Zamanın nasılda akıp gittiğinin farkında bile olmadan yaşayıp gidiyoruz. Sanki bir uyku hali ama değil!
Teknoloji gelişti. Uzaklar yakınlaştı belki ama en yakınlarımızdan uzaklaştık. Hatta yabancılaştık.
Sözde iyiyiz, mutlu bir hayatın içindeyiz. Aslında çok mutsuz bir hayatın içindeyiz. Sevinci, hüznü emojilerle açıklamaya çalışıyoruz. Bu emojiler gerçeği yansıtıyor mu? Öfkemizi bile nokta (.)
ile ifade etmeye çalışıyoruz. Hep bi kısaltmaların duygusuzluğu içindeyiz. Yan yana olduğumuz insanlara, nasıl olduğunu sorduğumuz da “iyiyim ” dese bile yüz ifadeleri bizi doğruya götürür.
Mahallede top oynayan çocuklar, topla oynarken dizi yaralanan ve annesine koşanlar kalmamış.Hepsi sanal alemde üstelik anne ve babaları da sanal alemdeler.
Yazdıklarınız çok doğru, teşekkür ederim.