h Dolar 32,5273 % 0.3
h Euro 34,6129 % 0.3
h Çeyrek Altın 4.279,00 %1,49
h BIST100 9.548,09 %-1,36
a İmsak Vakti 02:00
Karaman 19°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
KARAMAN HABER
KARAMAN HABER
Gönül AKPINAR

Gönül AKPINAR

02 Mart 2021 Salı

EY ÖZGÜRLÜK

EY ÖZGÜRLÜK
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Okulda defterime
Sırama, ağaçlara
Yazarım adını…
Güzel bir Zülfü Livaneli şarkısı olmaktan öte hepimizin hayalidir özgürlük. 21. yüzyılın global köy haline gelmiş dünyasında herkes; ekonomi, fikir, cinsel tercih, siyaset vs. her alanda daha bağımsız ve hür olmanın derdinde. Özgürlüğe giden yolda kimimizin zihnine, kimimizin bedenine vurulmuş prangalar var elbette. Maddi kaygılar, gelecek kaygısı, toplumsal baskılar, reddedilme korkusu… Bugün benim size bahsetmek istediğim pranga ise bu saydıklarımdan bağımsız, kendi kendimize yarattığımız ve varlığından mutlu olduğumuz bir esaret türü.
Okuyunca çok saçma gelmiş olabilir; insan niye kendini tutsak etsin ve bundan mutlu olsun ki değil mi? Modern olmanın gereği olarak bizlere sunulan ve başlangıçta bizi daha özgür kılacağına inandırıldığımız bir esaretten bahsedeceğim bugün: cep telefonlarımız. Vakti zamanında mesaj yollamanın bile fiyatını hesap edecek kadar yüksek faturalar ödediğimiz cep telefonlarımız ile Nil Karaibrahimgil gibi sırt çantamızı takıp; dağ, bayır dolaşarak “ben özgürüm” diyeceğimize inandırılmadık mı? Özgürlük eşittir cep telefonu / mobil hatlar. Arayanların size ulaşabilmesi için ev telefonunun başını beklemeye son. Nereye gidersen cep telefonun yanında, hattın da çekiyorsa sen özgürsün!
Aslında olayın bütün gizemi özgürlükten bir önceki şart ekindeydi: hattın çekiyorsa! Evet hepimiz özgürlüğümüzü ilan etmiştik, artık telefon başında çaresiz bekleme işi Hakan Altun’a aitti. Peki cep telefonu bizi gerçekten özgürleştirdi mi? Her an ulaşılabilir olmak özgürlük mü, daha fazla denetim mi getirdi beraberinde? Eskiden hat çekiyor, çekmiyor diye bir derdimiz yoktu. Arayan ev telefonuna ulaşamazsa, bilirdi ki evde değiliz. Oysa bu yeni teknoloji bizim her an ulaşılır olmamızı da zorunlu kıldı. Arayıp ulaşamayanlar panik olmaya başladı. Biz de gideceğimiz yerleri, telefonun çekeceği bölgelerle sınırlamak zorunda kaldık. Üstelik bize “özgürlük” diye yutturdukları mobil hatlar ilk zamanlar öylesine pahalıydı ki, çoğumuz sevdiklerimizi unutmadığımızı göstermek için “çaldırıp kapatmak”la yetiniyorduk. Bugün olduğu gibi her cami minaresine bir verici koymadıkları için; öyle özgürce dağa bayıra da gidemiyorduk. Sizin anlayacağınız milyonlarca lira verip aldığımız son teknoloji ürünü ” takoz” telefonlarımız; bizi çekim alanlarına hapsetmişti.
Aradan yıllar geçti, takozlar küçüldü, mobil hatlar birbiri ardına kampanyalar yaparak fiyatlarını oldukça ucuzlattı. Artık cep telefonlarının sevdiklerimizi ulaşılabilir kılması kendimizi “özgür” hissetmemize yetmemeye başladı. Bizim konforumuzu düşünen (!) şirketler hemen bir yenilik yapmalıydı. Aranan özgürlük dopingi internetle bulunmuş oldu. Artık cepten tek tıkla (eski telefonlar tuşlu olduğu için gerçekten tıklıyorduk) dünyanın öbür ucundaki insanlara bile ulaşabiliyorduk. Sadece sevdiklerimize değil, hiç tanımadığımız insanlara bile ulaşma imkanına kavuşmuştuk. Hakkını vermek gerek, bu internet erişimiyle gerçekten özgür olduğumuzu hissettik. Aradan geçen yıllarda mobil ağ yapısı da hızla gelişmiş ve artık hat ya da internet çekmeme problemi büyük oranda giderilmişti. İster yurt içinde, isterseniz yurt dışında tüm dünya parmaklarımızın ucundaydı. Çevrim içi sohbet siteleri ile hayatımıza yeni kavramların katılması da gecikmedi. Taştı, tunçtu, demirdi derken; kendimizi bir anda “slm, asl, bye” devrinde buluverdik.
Son 20 yılda hayatımıza giren internet yediden yetmişe hepimiz için neredeyse yeme içme gibi zorunlu bir ihtiyaç haline geliverdi. Başlangıçta bize vaat ettiği özgürlükler; sahip olamadığımızda yaşadığımız yoksunluklara dönüştü. Bir düşünsenize 10 gün internetsiz kalacağımızı bilsek panik olmaz mıyız? Gittiğimiz kafelerde, lokantalarda menüden çok wifi şifresiyle ilgilenmiyor muyduk? Hele misafirliklerde hoş geldiniz faslı bitse de, wifi şifresini istesem diye az mı kıvrandık? ? Covid pandemisiyle birlikte evlerimizden çıkamadığımız şu son 10 ayda internet olmasaydı halimiz nice olurdu kim bilir?
Başlangıçta bize mesafelerden bağımsız bir özgürlük veren internet de zamanla ayağımıza vurulan bir prangaya dönüştü. İnternetsiz bir hayatımız olamazmış gibi hissetmeye başladık. Tıpkı uyuşturucu gibi; ilk zamanlar varlığı keyif veren sanal dünyamız, zamanla yokluğu keder veren bir hale büründü.
İnternetle birlikte cep telefonlarımızla yapabileceklerimiz de hızla arttı. Oyunlar, bankacılık işlemleri, videolar, filmler, alışveriş… Hepsi oturduğumuz yerden, tek tıkla küçücük cep telefonlarıyla halloluyordu. Bu yoğun kullanım yeni bir sorunu da beraberinde getirdi: artık telefonumuzun şarjı daha çabuk bitiyordu. Taşınabilir şarj cihazları dışarıdaki hayatı kolaylaştırmak için bir alternatif oldu, evlerde ise telefonlar sık sık şarja takılmaya başladı. Zamanla bir de baktık ki; bize özgürlük vaat eden bu küçük cihaz yüzünden prize 1 metre uzaklıkta yaşar olmuşuz. Sahi biz dünyayı gezmeyecek miydik, nasıl 1 metrelik bir çembere sıkıştık? Yazımın başında gönüllü esaretten bahsettiğimde gülmüştünüz, siz söyleyin o zaman; bu halimizden rahatsız mıyız yoksa sanal âlemlere akabildiğimiz sürece şarj kablosuna bağlı yaşamaya razı mıyız?
“Düşünmek, ruhun kendi kendine konuşmasıdır” demiş Eflâtun. Başkalarıyla iletişim kurmadan önce, kendimizle dürüst iletişim kurmanın yollarını bulmalıyız. Hepimiz bir sonraki yazıya kadar bu soruları düşünüp, dürüstçe cevaplayalım çünkü bir sorunu çözmenin ilk adımı; onun bir sorun olduğunu fark etmektir. Bir sonraki yazıda buluşuncaya kadar hoşça kalın, iletişimde kalın.

Gönül Akpınar
ibrala.com