17 Aralık 2024 Salı
Bu toplumun en büyük sorunlarından birisi de eğitimdir.
Eğitimde bir türlü istenilen başarı yakalanamamaktadır.
Nedeni de gayet açıktır: Gelenekçi eğitimde ısrar edilmektedir.
Eğitim, usta-çırak ilişkisi ile yürütülmekte…
Eskinin doğruları, doğru kabul edilmekte…
Disiplin, dayak eğitimin temeli görülmekte…
Not ve ceza öğretmenin en büyük silahı sanılmakta…
“Zeki çocuklar eğitilmelidir” denilmekte.
Başarısız, tembel, yaramaz çocuklar, sistem dışına çıkarılsın denilmekte…
Başarısız çocuklar suçlanmakta…
İyi de eğitimin amacı, çocuklara istenilen davranışı kazandırmak değil midir?
Tüm çocuklar eğitilebilir.
Bunu kim söylüyor?
Anayasa, yasa, yönerge, genelge, yönetmelik…
En önemlisi de eğitim bilimleri…
Eğitim kurumları dil, ırk, cinsiyet ve din ayırımı gözetilmeksizin herkese açıktır.
Eğitimde hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Temel eğitim görmek her Türk vatandaşının hakkıdır.
Genellik ve eşitlik eğitimin temelidir.
Bu temelde…
Her çocuk eğitilebilir.
Her çocuk başarabilir.
Çocukta bir eksiklik bir sorun varsa, mutlaka bir nedeni vardır.
Bu nedeni ya da nedenleri gidermek eğitimcinin asli görevidir.
Çocuk suçlu ilan edilerek, eğitimde başarı yakalanamaz.
Çalışkan çocukları eğitmek kolaydır.
Onlar zaten hedeflerine ulaşmak için gereken gayreti fazlası ile göstermektedirler.
Sorunlu çocuklar eğitilmelidir ki eğitim gerçek anlamda anlamını bulsun.
Okul yıllarında başarısız görülen çocukların zaman içinde çok başarılı oldukları, büyük işlere imza attıkları bilinmektedir.
Bir sürü örneği vardır.
Başarı öyküsü olanların hepsinin aslında bir de başarısızlık öyküsü vardır.
Başarı öyküleri, başarısızlıklarla dolu…
Her kişi özeldir!
Dolayısı ile her kişinin özel yetenekleri vardır.
Bu yetenekler keşfedilmeyi beklemektedir.
Her çocuğun filizlenme yaşı farklıdır.
Emek ve sabır…
Eğitimin temelidir.
Bilim insanlarının birçoğu, okul çağlarında, öğretmenleri tarafından “geri zekâlı” damgası yemiştir.
Aşağılanmış, horlanmış, dışlanmış, psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalmıştır.
Bunun en güzel örneği; Almanya doğumlu teorik fizikçi ve bilim insanı olan tüm zamanların en iyi fizikçilerinden birisi olarak kabul edilen Albert Einstein’dır.
“Einstein, 6 yaşına kadar konuşamamıştır. Okumayı söktüğünde ise 9 yaşındadır. Albert Einstein, henüz ilkokul öğrencisiyken sınıf öğretmeni annesine vermesi için ona bir mektup verir. Einstein’ in annesi Pauline, mektubu eline alınca gözyaşlarına boğulur. Küçük Einstein annesine mektupta ne yazdığını sorar. Pauline ‘‘Oğlunuz çok zeki. Okulumuzdaki öğretmenler oğlunuz için yeterli değil. Lütfen oğlunuzun kaydını başka bir okula aldırın ya da özel eğitim verdirin. Böylesi onun için çok daha iyi olacaktır.’’ yazdığını söyler.
Pauline, Einstein’a evde kendisi eğitim vermeye karar verir. Bir sürü kitap alır ve her şeyi kendi öğretir. Ona ‘‘Sen dünyayı değiştirebilecek kadar zeki ve farklısın.’’ der Pauline’ın vefatından sonra onun eşyalarını karıştıran Einstein, eski bir kitabın arasında yıllar önceki o mektubu bulur. Ancak mektupta yazanlar Pauline’ın bahsettiğinin tam tersidir. Mektupta ‘‘Aptallık ve anlama geriliğinden dolayı oğlunuzu okuldan almanızı tavsiye ediyoruz.’’ yazılıdır.
‘‘Sakın sana kötüsün diyenlere aldırma. Bana aptal dediler ve atomu parçalayıp ellerine verdim’’ sözüyle de potansiyelimizi başkalarının belirlemediğini anlatır.”
Kimin ne olacağı hiç belli olmaz.
Ummadık taş baş yarar.
Başaramaz denilenlerin başardığı, başarır denilenlerin başaramadığı çok görülmüştür.
Eğitimciler; savcı, yargıç, hâkim değildirler.
Onlar, çocuğu eğitmekle görevlidirler.
Bir eğitimci…
Çocuklar arasında ayırım yapılmadan hepsine emek verilmelidir.
Çocukların her birisinin başarabileceğine inanmalıdır.
Bu inançla eğitim verildiğinde görülecektir ki her çocuk başarır!
Bu böyle biline…
Gündoğdu Yıldırım
Eğitim, kişilerin bilgi, beceri ve değerlerini geliştirmek amacıyla yapılan öğretim faaliyetleridir.
Bu işi yapan kişi de öğretmendir.
Öğretmen, bir ülkenin temelidir.
Öğretmen ne ise ülke de o dur.
Öğretmen deyip geçmeyin, inanın ülke kadar önem arz etmektedir; hatta ülkeden daha önemlidir dense yeridir.
İyi de ülke olarak bunun farkında mıyız?
Kesinlikle hayır!
İşin bu kadar önemli olduğunun kimse farkında bile değildir.
Farkında olunsaydı, öğretmene gereken değer verilir, öğretmenlik mesleği hak ettiği değere kavuşurdu.
Nerede!
Kim farkında!
Bırakın iyi öğretmen yetiştirmeyi, öğretmene değer vermeyi, devletin gözünde de milletin gözünde de öğretmen sıradan bir devlet memurudur.
Basit bir devlet memuru!
Toplumda şöyle bir algı var: Hiçbir şey olamazsan öğretmen ol!
Düşünebiliyor musunuz?
Devlet kadar önem arz eden öğretmenlik en alt meslek gruplarından birisi olarak algılanıyor.
İşsiz kalacağına öğretmen ol!
Ne acı değil mi?
Bu kafayla hareket edildiği için maalesef ülkenin eğitim durumu ortada!
Doğrudur, öğrenci ve öğretmen sayımız çok fazla, bir ülkenin nüfusu kadar öğrenci var.
Ciddi bir maddi gider.
Devlet bu gideri karşılamada zorda…
İyide mesele eğitim, eğitim denince suların durması, tüm imkânların eğitime seferber edilmesi gerek…
Bir ülkenin medeni, çağdaş, gelişmiş, güçlü olabilmesinin yolu eğitimden geçer.
Ne kadar ekmek o kadar köfte!
Ne kadar değer o kadar kalite!
Kısacası, eğitime bakış açısı kalitenin de oranını gösterir.
Eğitimi, öğretimi bir tarafa bırakalım, öğretmenler gününde öğretmeni konuşalım.
Öğretmenlik mesleğinden bahsedelim.
Öğretmen, mesleğini ne kadar seviyor, yaptığı işten ne kadar doyum sağlıyor?
Kim ne derse desin, öğretmenlik kutsal bir meslektir.
“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” Denecek kadar değerlidir.
Kutsallığı kadar da zor bir meslektir.
Öğretmenlik gerçekten çok zor bir iş, emek ve özveri istiyor.
Dağ köylerinde, en ücra mezralarda başlayan meslek serüveni…
Şehirlerde kırk, kırk beş kişilik sınıflarda eğitim mücadelesi ile devam ediyor.
Yetmiyor, okul, veli denetimi…
Tam bir var olma ve yok olma mücadelesi…
Yıllarca geçen gurbet hikâyesi…
Evsiz ve yurtsuz olma kaderi…
Bunlar yetmiyormuş gibi eğitimde başarısızlığın tek nedeni…
Her türlü yük öğretmenin sırtında…
Ne diyor Rıfat Ilgaz: Kötü öğretmen, kötü öğrenci, kötü öğrenci velisi yoktur; kötü eğitim sistemi vardır…
Öğretmenlik kutsal bir meslektir. Bir ülkenin temelidir. Meseleye buradan bakmak, var olan koşularda iyi öğrenciler yetiştirmek, kaliteli eğitim vermek gerekir.
Öğretmen bu inançla sarılmalı işine…
Daha fazla emek vermeli…
Evet!
Bu ülkenin temeli ‘öğretmen’ dedirtmeli!
Gündoğdu Yıldırım
Kim ne derse desin, emek harcanmadan kazanılmak istenen her türlü maddi kazanç kumardır; çünkü kumarın temel mantığında kazanma ve kaybetme heyecanı vardır.
Kazanmak ve kaybetmek…
Geçenler, kalanlar…
Bu temelde borsa oynamak da bir kumar oyunudur.
Efendim, işletmeden hisse senedi satın aldım.
Ülke ekonomisine maddi katkı sundum.
Çorbada tuzum olsun istedim.
Geçin bunları…
Ülkede kaç kişinin ocağına borsa yüzünden incir ağacı dikildi!
Kaç kişinin ocağı söndü!
Kaç kişi intihar etti!
Yazıktır, günahtır.
Bir de ünlülerin oynadığı kumar oyunları var.
Onları hiç sormayın.
Zaman zaman medyaya haber olur, “Ünlüler kumar oynarken suçüstü yakalandı.” diye.
Tabii bunlar; duyulan, bilinen, deşifre olanları…
Bilinmeyen, duyulmayan, deşifre olmayan o kadar çok kumar vakası vardır ki sayısı belirsizdir.
Neden insanlar şans oyunlarına meylederler?
Bu şans oyunlarında, kaybedenlerin değil, kazananların reklamı yapılır da ondan.
Sanki şans oyunları hep kazandırır, adama köşeyi döndürür.
Herkes parayı şans oyunlarından kazanır.
Köşeyi döner…
Müthiş bir algı operasyonu!
Bitcoin çılgınlığı tüm dünyayı sallamıştı.
Sanki beleş para dağıtılıyordu.
Alan kazanıyordu.
Kazan kazan…
Sonra…
Sonrası malum…
Bir sürü Bitcoin mağduru…
Bir koy yüz kazan…
Bul karayı al parayı…
Çiftlik bank…
Saadet zinciri…
İnsanlar, kapitalist sistemi bilmemenin bedelini büyük paralar kaybederek ödüyor.
Hatta canıyla…
Nerede görülmüş vermeden almak!
Emek vermeden kazanmak büyük parası olanın işidir.
Para parayı çeker!
Bu işin sermayedarlar için bir mantığı vardır.
Oyun kurucudurlar…
Her şey onlar içindir.
Olan garibana olur.
Eski bir deyim vardır: “Kumarda her zaman kasa kazanır.” diye…
Kasa da kazansa kişiler kumardan vazgeçemiyorlar.
Kumar, hazların en yüksek olanıymış.
Ne pahasına olursa olsun kişiler bu hazzı almak isterler.
Bedeli ağır oluyor.
Şans temelli tüm oyunlar kumardır.
Kumarı meşrulaştırmaya çalışmayın, masumca bir oyunmuş ya da yatırım aracıymış gibi topluma sunmayın.
Adını farklılaştırıp, insanları teşvik etmeyin.
Kaybedenleri değil de kazananları afişe ederek, talebi arttırmayın.
Şans oyunlarında kazanan olmaz.
Aklınızı başınıza alınız.
Yazıktır, günahtır.
Gündoğdu Yıldırım
Boşuna değilmiş sermaye sahiplerinin yatırım yapmak için güvenli bölgeler, ülkeler, kıtalar araması.
Son zamanlarda ülkemize ne yabancı yatırımcı geliyor ne de yatırım yapmak için teklif…
Ekonomide en önemli şey güven…
Güven olmayınca yatırım olmuyor.
İster ekonomik ister sosyal ister siyasal süreçlerin hayat bulması için güven ortamın var olması şart.
Arsa, ev, araba alacağımızda bile dünyanın araştırmasını yapıyoruz.
Kırk kez düşünüyor, kırk yere soruyoruz.
Aldığımız arsa ilerde değerlenecek mi?
Aldığımız evin bulunduğu mahalle, semt, bölge kısa sürede büyüyecek mı?
Aldığımız araba prim yapacak mı?
Vesaire…
Büyük sermaye grupları trilyonluk yatırımlar için tabii ki de bin kez, milyon kez düşünecek, hesap kitap yapacak…
Sermaye sahipleri rastgele yatırım yapmazlar.
Düşünün, trilyonluk bir yatırım, yerle yeksan olmuş.
Bırakın kar etmeyi, sermaye gitmiş.
Güvenli bölgeler, ülkeler varken kim gider de riskli bölgelere yatırım yapar.
Mesela Suriye, İran ya da Irak…
Mısır, Libya, Lübnan, Tunus…
Afrika ülkeleri…
İstikrar yok, ilerisi de karanlık…
Yarınları meçhul…
Yatırımlar güvenli bölgelere, ülkelere, kıtalara…
Amerika, Avrupa, uzak doğu…
Gelecek vadeden ülkeler…
Ne kadar güven o kadar yatırım…
Ve kalkınma, büyüme, gelişim…
Normalleşmek ne kadar değerli…
Normalleşmek, hayat bulmak; su, toprak, ekmek, refah…
Ete, kemiğe bürünmek…
Var olduğunu hissetmek…
Yaşamak…
Güvende…
Korkusuzca…
Özgürce!
Normal değiliz anlayacağınız.
Bir farkımız yok anormal ülkelerden…
Her gün yeni bir olayla sarsılıyor ülkemiz.
Toplumsal, siyasal olaylar birbirini kovalıyor.
Bir siyasal parti liderinin grup toplantısında yaptığı konuşma ülkede infial yaratıyor.
Tüm ülke ayağa kalkıyor.
Tepkileri azaltmak için sosyal medyaya bant daraltması yapılıyor.
Ülke siyasal gündemle cebelleşirken, “Ne oluyoruz?” derken TUSAŞ’a terör saldırısı düzenleniyor.
Ülke siyasal gündemden, terör gündemine savruluyor.
Kim yaptı, niye yaptı?
Bu da neyin nesi…
Durup dururken…
Ülkede anormal şeyler olmakta…
İyi de bu anormal durumlar, kötü sonuçlar doğuruyor; her şey kötüye gidiyor.
Siyasal, ekonomik, toplumsal gidişat toptan dibe vuruyor.
Ülke ekonomik, siyasal, toplumsal krize giriyor.
Bu kaçıncı kriz?
Normalleşmek çok kıymetli…
Hem de bir an önce…
Gündoğdu Yıldırım
İran Cumhurbaşkanı seçilen Mesud Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmak için gelen Hamas lideri İsmail Haniye’nin İsrail’in düzenlediği saldırı sonrası ölmesi, Ortadoğu’daki suları iyice ısındırdı.
Bombalar, ölümler, çocuklar…
İntikam yeminleri…
İsrail, resmen İran’a meydan okudu.
Aslında İsrail, İran’a değil tüm Ortadoğu ülkelerine meydan okudu.
Kafamı bozma, kafamı bozarsan sana neler yaparım…
Bu kanlı eylemin mesajı buydu.
İran, İsrail’e nasıl bir karşılık verecek bunu zaman gösterecek…
İsrail, Filistin savaşı nereye evrilir bilinmez ama tüm dünya İsrail zulmüne karşı tek yumruk olmuş durumda…
Filistin’de bir savaş değil bir soykırım yaşanmakta…
Bunun başka bir izahatı yok.
Her yerde İsrail protestoları…
Bu protestolara İsrail kulaklarını kapatmış, duymuyor.
İsrail, tüm Ortadoğu’ya meydan okumakta…
İran’ın kaçıncı büyük kaybı…
İsmail Haniye’nin öldürülmesinin bir sürü mesajı var.
İstediğim kişiyi, istediğim yerde yok ederim, bu İran toprakları da olsa hiç fark etmez; her ülke ayağını denk alsın…
İsrail’in mesajı açık ve net…
Ortadoğu’nun tek gücü benim!
Şimdiye kadar Ortadoğu’da bir güç dengesinin olduğunu düşünürdüm. İran’ın oyun kurucu olduğunu sanırdım.
Esad’ı koruyan gücün İran olduğuna inanmıştım.
Bu düşüncem tuzla buz oldu.
Öyle değilmiş.
İsrail’in, Hamas lideri İsmail Haniye’yi İran topraklarında öldürmesi net bir gerçeği ortaya koydu.
İsrail, Ortadoğu’da rakipsiz…
Ortadoğu’nun tek hâkimi…
Derdim, İsrail’in ne kadar güçlü olduğunu anlatmak falan değil.
İsrail gibi küçük bir ülkenin bu kadar büyük gücü ulaşmasının nedenleri…
Neden İsrail bu kadar güçlü?
İran’ın başkenti Tahran’da Devrim Muhafızları’na ait askeri lojmanda bulunan Hamas lideri İsmail Haniye, İsrail Ordusunun saldırısı sonucu öldürülüyor.
Denilene göre nokta atışı…
Bu bir teknolojik üstünlük…
Bugün dünyanın en korunaklı ülkesi İsrail…
Bu kadar güçlü olmasını neye borçlu?
Kafamı yorduğum kısım benim burası.
Bu teknolojik gücü neden Ortadoğu ülkeleri çok uzak?
Müslümanların kaderimi hep yenilmek!
Kuru gürültü ile ne İsrail geri adım atar ne yenilir ne de Ortadoğu ülkeleri geri kalmışlıktan kurtulur.
Şapkamızı önümüze koyup düşünme zamanıdır.
Bilim, fen, teknoloji diyorum.
Kaç mil ötesinden füze ile nokta atışı yapıyor ve düşmanının komik odasını darmaduman ediyor.
Bu nasıl bir güçtür?
Ok, kılıç, kalkan çok gerilerde kaldı.
Atlılar, piyadeler devri bitti.
Her dönemin kendine has gücü var artık.
Yaşanan dönemin koşullarına uyum gösterme zamanıdır.
Savaşlar böyle kazanılır.
Doğrudur Osmanlı üç kıtaya hâkim olmuştur.
Atalarımız yedi düvele dur demiş, her birini hizaya getirmiştir.
Şimdi, o dönemler çok gerilerde kaldı.
Dünya değişti, yeni güç dengeleri oluştu.
Güçlüler zayıf, zayıflar güçlü oldu.
İsrail ürünlerini boykot etmekle savaş kazanılmaz; savaş İsrail’in savaş teknolojisinden üstün bir teknolojiye sahip olmakla kazanılır.
Bu böyle biline!
Gerisi hikâye!
Gündoğdu Yıldırım