casibom jojobet giriş jojobet Casibom holiganbet giriş casibom giriş Casibom casibom casibom giriş CASİBOM holiganbet Casibom Giriş casibom casibom güncel giriş casibom güncel Casibom Casibom holiganbet holiganbet casibom güncel giriş
h Dolar 38,0415 % 0.04
h Euro 41,4051 % 0.04
h Çeyrek Altın 6.019,00 %0,33
h BIST100 9.044,64 %-7,81
a İmsak Vakti 02:00
Karaman -1°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
KARAMAN HABER
KARAMAN HABER
Gündoğdu Yıldırım

Gündoğdu Yıldırım

18 Şubat 2025 Salı

KADIN VE TAKI

KADIN VE TAKI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir arkadaşım eşinden ayrılmıştı, aradan bir zaman geçtikten sonra şaka olsun diye, “aşk konusunda ne düşünüyorsun? Yeni aşk var mı?” diye sorduğumda, arkadaşım bana, “Aşk defterini çoktan kapattım, aşk; insanın doğuştan getirdiği bir özellik değildir, sonradan kazanılan bir davranış şeklidir. Ne ihtiyaç duyuyorum ne de kendime dert ediyorum.” demişti.
Şaşırmıştım doğrusu, güzel bir tespitti.
İnsan çoğu şeyi sonradan öğrendi.

Aşkı da…
Aklınıza gelen, gelmeyen çoğu davranışları insanoğlu doğuştan değil aslında sonradan kazandı.
İnsanın insanlaşma süreci…
Tarih öncesi çağlar, İlkçağ, Orta Çağ…
Kolay gelinmedi bu günlere…
Kadının takı takması da içgüdüsel değil…
Sonradan…
Kadınların takı takması serüveni çok eski çağlardan gelir.
Takı yapma geleneğinin kökleri, 5000 yıl öncesi Çin toplumuna dayanır.
Bize ulaşan ilk takı örneği, hayvan dişinden yapılmış bir küpedir.
Mezopotamya’da M.Ö 3000–4000 yılları arasında takılan takılar ağaç kabuğundan, hayvanın kemik ve dişlerinden, ağaçlardan, yapraklardan yapılmıştır.
İlk takıları kullananlar ise, tahmin edilenin aksine kadınlardan daha çok erkeklerdir.
İlginç ama gerçek, erkeğin takı takmada ilk olması…
Kabile toplumlarına bakınız erkekte de kadında da takı vardır.

Takının dini nedenleri de dikkate alınmalıdır.
Dini ritüeller takı üzerinden de hayat bulur.
Özellikle kadınlarda…
Kadın takı ile adeta bütünleşmiştir.
Toplumda kadının süsü “takısı” olmuştur.
Kadınlar takıları, kişisel tarzlarını ifade etmek, duygusal değerleri yansıtmak, sosyal statülerini göstermek ve kendilerini özel hissetmek için kullanırlar.
Bakımlı kadınlar da takı ile kendini ifade etmektedirler.
Tabii ki bakımlı olmakla, takı takmak farklı şeylerdir.
Takı takma serüveni ne kadar çok eski çağlara dayansa da kadınların doğuştan getirdiği, içgüdüsel bir özellik değildir.
Kadınların birçoğunun takı takmayı sevmediği, takı takmak istemediği, takı takmadığı da bir gerçektir.
Takı takmak ne kadar da kadınların bir tercihi gibi görülse de içinde yaşanılan siyasal sistemlerin bu konudaki yaklaşımları çok büyük önem arz etmektedir.
Siyasal sitemlerin kadını bir cinsel obje, ticari araç görme eğilimi çok fazladır.

Ürünlerin tanıtımında, satışında kadınlar hep bir reklam aracı olarak karşımıza çıkar.
Her yerde kadının cinselliği üzerinden ticari bir amaç hedeflenir.
Kadın bir süs eşyası değildir.
Cinsel bir meta hiç değildir.
Kadın erkekle eşittir; erkek neyse kadın da oldur.
İnsanlık sürecinde bedensel güçsüzlüğü nedeniyle ötekileştirilmiş, ikinci sınıf sayılmış, evin kadını, çocuğun annesi görülmüşse de geçen zaman içinde kadın, toplumda eşit yurttaşlık temelinde erkekle eşitlenmek için çok büyük mücadeleler vermiş, yol kat etmiştir.

Kadın eşittir erkektir.
Meseleye buradan bakılmalıdır.
Kadına yüklenen kadın kimliği toplumlarla ilgilidir.
Kadın algısı o toplumda kadının yerini belirler.
Kim ne derse desin; takılar, süsler kadını metalaştırır, kadını cinsel objeye dönüştürür.
Ne kadar da bugünün kadını toplumda cinsel bir obje olarak görülüyor ise bunun tersi de mümkündür.
Kadınlar, erkeklerle eşitlenmek istiyorsa; bedensel, beyinsel olarak gücünü ortaya koymalıdır.
Her alanda rüştünü (yetişkinliğini) ispatlamış kadın, toplumdaki yerini kendi gücü ile var etmelidir.
Takı kadının yaşamına sonradan girmiştir ama kadının gücü doğuştan gelir.
Kadın, insanoğlunu var edendir!

 

Gündoğdu Yıldırım
ibrala.com

Devamını Oku

KÜÇÜK DÜŞÜNMEK!

KÜÇÜK DÜŞÜNMEK!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Toplumu oluşturan bireyler olarak, kişiliğimizi, kimliğimizi ifade eden bazı davranışlar sergileriz; sergilediğimiz bu davranışlar, bizim kim olduğumuzu ifade eder.
“Sen kimsin?” sorusuna verdiğimiz en güzel cevap, toplum içindeki var ettiğimiz davranışlarımızdır.
Biz neysek, davranışlarımız da odur.
Ne iyi adam!
İyi insan!
Adam gibi adam!
Hiç yakıştıramadım!
Olmadı!
Adam mı?
Cümlelerini çok duyar, kişilerin tanımlanmasında da çok kullanırız.
İster kabul edelim ister kabul etmeyelim, kişinin toplumdaki yeri davranışları kadardır.
Ne kadarsak o kadarızdır…
Herkes için bu böyledir.
İster cahil, ister okumuş olsun hiç fark etmez kişi, toplum içinde nasıl bir davranış sergilerse, toplum kişiye o davranışa göre değer verir.
‘Sen cahilsin, sen okumuşsun’ demez.
Böyle bir ayrıma da gerek duymaz.
Zülfü Livaneli, akademisyenlerin bazıları için: “Türkçeyi bile doğru dürüst konuşamıyorlar, bilimden bir haberler.” demişti.
Akademisyenlerin, ekran karşısında doğru dürüst konuşamadıklarını, alanlarına hâkim olmadıklarını, yeterli donanıma sahip olmadıklarını fark etmek zor değildir.
Ziya Paşa bir beytinde diyor ki: “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”
Aynen öyledir.
Fazla söze gerek yoktur.
Küçük ya da büyük düşünmek, kişinin mevkisi ile ilgili değildir.
Kişi, doçentte olsa profesörde olsa kendini geliştirememişse, bilimsel bir ürün ortaya koyamamışsa ‘küçük düşünüyor’ demektir.
Kendini yetiştirdiği oranda kişi büyük olur, büyük düşünür.
Küçük düşünenleri suçlamıyor, yargılamıyorum.
Toplumsal yaşamda kabul görmüş davranış şekilleri vardır; bu davranış şekli tüm topluma zuhur etmiştir.
Toplum neyse birey de odur.
Birey aileden, sokaktan, okuldan ne gördü ise onu öğrenir.
Hariçten bir şey öğrenmez.
Öyle bireyler çıkar ki birilerinden, bir yerlerden etkilenir, bir şeyler öğrenir.
Bilgili, bilinçli birey olur.
Bilgili, bilinçli birey için de çözülemeyecek mesele yoktur.
Küçük sorunlar mesele olmaktan çıkar.
Büyük düşünür, büyük yaşarlar…
Sokağa indiğinizde “iyi insan kime denir?” dediğinizde başlarlar madde madde saymaya…
Belki de en çok bilinen, “iyi insan, ideal insan kime denir?” sorusunun cevabıdır.
İyi insan, ideal insan büyük düşünen insandır.
Okudukça, araştırdıkça, sorguladıkça büyük düşünülür ve büyük insan olunur.
Hiç dert edinmeyecek şeyleri dert etmek, küçük sorunları büyütmek, sorun edilmeyecek meseleleri sorun etmek küçük düşünmektir.
Toplum, küçük düşünen insanlarla doludur.
Basit hesaplar yapmak da küçük düşünen insanların davranış şeklidir.
Kişi, büyük düşünmelidir.
Büyük yaşamalıdır.
Ataol Behramoğlu “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir şey Var” şiirinde şöyle der:
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına…
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana…
Şairinde dediği gibi küçük düşünmek, kişiyi küçültür.
Büyük düşünmek büyük yaşamak gerek hayatı.
Yaşamak şakaya gelmez, gelmemelidir de çünkü, hayat küçük düşünüp küçük yaşayacak kadar değersiz değildir.
Dünyaya bir kez gelen insan, hayatı en iyi şekilde yaşamalı ve yaşamın hakkını vermelidir.
Büyük düşünmek, tüm küçük sorunları çözecek insanların yaşamdan zevk almasını sağlayacaktır.
En çok kötülük küçük düşünmekten gelir.
Küçük düşünen insanlar, yaşamı hem kendilerine hem de başkalarına zehir ederler.
Kardeşim, yaşadın mı büyük yaşayacaksın!
Bu kadar!

Gündoğdu Yıldırım

Devamını Oku

OKUMUŞ! CAHİLLER

OKUMUŞ! CAHİLLER
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hatırlar mısınız bilmem ama cehalete övgüler düzen bir profesör vardı. Televizyon ekranlarından “Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor.” demişti.
Yine bir öğretim görevlisi, “Cahil kesime güveniyorum.” diyerek, cahilliğe övgüler yağdırmıştı.
Okuyarak ya da siyaseten bir yerlere gelmiş insanların ağızından, cahilliği öven daha bir sürü söz ya da konuşma örnekleri verilebilir.
Cahilliği övecek değilim.
Cahillik övülmez, onunla mücadele edilir.
Ülkemiz tarih boyunca da hep cahillikle mücadele etmiş, bu konuda da büyük yol almıştır.
Cumhuriyetin kurulması ile birlikte Atatürk, ülkede topyekûn bir aydınlanma hareketi başlatmış, toplumun her alanında ciddi adımlar atılmasını sağlamıştır.
Bugün ülkemiz bir Ortadoğu ülkesi değilse bu cahilliğe karşı verilen aydınlık mücadelesindendir.
Tabii ki cahillik ülkemize has bir mevzu değildir, tüm dünyanın en çok muzdarip olduğu bir meseledir.
Cahil, nerede hangi ülkede olursa olsun cahildir.
Konumuz “Okumuş! cahiller”…
Okumayı, kitabı, akademik eğitimi ne kadar önemsediğimiz ortadadır.
Bizim için okumuş olmak, eğitimli olmak çok önemlidir.
Okumuş, eğitimli insanların yeri bir başkadır.
Okumuş, eğitimli insan az çok bir şeyleri bilen insandır. Onunla bir takım meseleler konuşulabilir, mantıklı çözümler üretilebilir, ortak kararlar alınabilir, alınan kararlar hayata geçirilebilir.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, okumuş, eğitimli insan demek ülkenin en büyük değeri demekti.
Okumuş insanlar da kendilerine verilen değeri bilir, kendilerine verilen değerin ağırlığında hareket eder, ona göre davranış sergilerlerdi.
Okumuşluk, bir toplumun değişiminde, dönüşümünde en etkili güçtür. Okumuşluk arttıkça toplumdaki değişim, dönüşümde o oranda artar, medeni bir toplum olma yolunda ülke, o oranda ilerler.
Her şeyde olduğu gibi okumuş olmakla ilgili bizde farklı bir durum söz konusudur.
Son zamanlarda “okumuş cahiller” kavramı ortaya çıkmış, bu kavramı temsil eden büyük bir kitlenin var olduğu anlaşılmıştır.
Garip ama gerçek…
Okumuş insanlar, cahil insanlar gibi davranış sergiliyorlar, hatta okumuşluğun vermiş olduğu cesaretle, cahil insanlardan daha fazla cahilce davranıyorlar.
Her türlü kötülüğü yapmaktan çekinmiyorlar.
Maalesef böyle…
Oysaki okumuş insanlar, toplumların yasasını, hukukunu, geleneğini, göreneğini, kültürünü bilen insanlar olarak görülür.
Okumuşluğun temeli, öğrenmekten, bilmekten gelir.
Adı üzerinde okumuştur.
Bir zaman şöyle bir haber çok konuşulmuştu: “Ülkenin okumuşları eşlerine daha çok şiddet uyguluyor.”
Şaşılıp kalınmış, neden denilmişti?
Neden?
Neyi biliyoruz, şiddetle cahillik paraleldir.
Cahillik artarsa şiddette artar…
Kurallara uymada, anayasal hakların hayata geçirilmesinde, toplumsal hayat kalitesini artırmada okumuş cahillerin maalesef ciddi bir engel teşkil ettiği bir gerçektir.
Okumuşlukla cahilliğinin nasıl yan yana gelebildiği ciddi bir kafa karışıklığı yaratmaktadır.
Yıllarca cahilliğin panzehri olarak okumuşluğu gösteren birisi olarak, bu iki zıt kavramın nasıl yan yana geldiğini anlamak gerçekten çok zor.
Anlamak mümkün değil!
İnsan şaşıp kalıyor.
Okumuş cahilleri görünce, “Biz nerede hata yaptık!” diyoruz.
Yanlış nerede?
Yanlış olan ne?
Medeni, çağdaş bir ülke olmak için ülkenin tüm yasal, anayasal adımlar atılmakta…
Ülkenin tüm imkânları cahilliği yok etmek için seferber edilmekte…
Bir yerde bir yanlış var ama o yanlışın ne olduğu bilinmemekte…
Cahilliği yok edeceğiz derken, bir sürü okumuş cahil türemekte…
Ne diyelim!

Gündoğdu Yıldırım

Devamını Oku

‘İYİLİK’ İYİDİR!

‘İYİLİK’ İYİDİR!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İyilik, genellikle kötülüğün (şerrin) karşıtı olarak kabul edilir.
Ahlak, etik, din ve felsefe tarafından incelenir ve farklı şekillerde tanımlanır.
İyilik, insanlığın var oluşu ile başlar ve tüm toplumsal değerlerin temel öğretisini oluşturur.
Toplumun huzuru, neşesi, birliği, dirliği iyilik üzerine kurulur.
İyiliğin karşıtı kötülüktür.
Kötülük, iyiliğin düşmanıdır.
İnsanoğlu kötülüğü hiç sevmez, kötülükten uzak durmak ister.
Çünkü kötülük insana zararlıdır.
İnsani değerleri yok eder.
Buna en iyi örnek Adolf Hitler’dir.
Adolf Hitler, kötülüğün simgesidir.
Onca Yahudi’yi toplama kamplarında açlıktan öldürmüş, ölmeyenleri de diri diri yakmıştır.
Hayvanlar, bitkiler bile iyilik isterler.
Bu kadar önem arz eden iyilik neden toplumlarda çok fazla hayat bulmaz?
İlginç değil mi?
Her yerde iyilik konuşulsun, iyilik üzerine felsefe yapılsın, kitaplar yazılsın…
Dinler iyilik üzerine kurulsun…
Ülkenin yasası, kanunu, değerleri iyiliği temel alsın…
Büyükler, küçüklerine iyilik nasihat etsin…
Gerçekten çok ilginç!
Şaşılası bir durum.
Her şey iyilik üzerine…
Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Taptuk Emre, Somuncu Baba ve adlarını sayamadığım birçok tasavvuf ehli, insanları iyiliğe çağırırlar.
İyiliğin, iyi olduğunu anlatırlar.
İyilik, iyidir.
Kim ne derse desin, meseleye nasıl bakarsa baksın, temel felsefe iyilik olmalıdır.
İyilik üzerine kurulmalıdır insan yaşamı.
Hiçbir karşılık beklenmemelidir iyilik yapmak için.
Kişi iyiliğe inandığı için iyilik yapmalıdır.
Ama, ancak, fakat, lakin demeden…
Kötüler hiçbir zaman kazanmamıştır.
İyiler de hiçbir zaman kaybetmemiştir.
Hikayedir, kötülüğün kazandığını söyleyip, kötülüğün zeminini hazırlamak, yapılan kötülüğe kendince gerekçeler bulmak…
Boşa çabadır kötülüğü kutsamak…
Kötülük hiçbir zaman kazanamaz…
Sök at içinden kötülüğü…
İyi insan ol!
Tüm insanlığa iyilik yap!
“Her ne olursan ol yine gel!” de!
Tüm insanları, insan olduğu için sev!
Bilgi iyilik, cehalet kötülüktür.
Kötülüğe yenilme, kötülüğü iyilikle yen.
Yaptığın iyiliği hatırlama, gördüğün iyiliği unutma.
Birebir sohbetlerde insanlık üzerine bir sürü güzel sözler söylenir, kişiler ne kadar iyi bir insan olduklarından dem vururlar.
İyi olunması gerektiği üzerine bir sürü güzel laf ederler.
Her şey lafta kalır.
“Neden?” diye sorulduğunda bir sürü neden üretirler.
Korkunç bir durum!
Basit bir iyilikte bile sınıfta kalmak…
Küçücük bir iyilikten bile uzak durmak!
Şu tezi savunmuşumdur: İyilik; bilgi, birikim işidir.
Bilgili, birikimli olmayan kişiler iyilik yapamaz.
Bakın etrafınıza kötülük yapan kişiler bilgiden yoksun insanlardır.
İyilik denen şey, insanın davranışlarında gizlidir.
Kişilerin iyi olup olmadığı hal ve hareketlerinden de bellidir.
Kim iyiliği ne kadar hayata geçirebilirse o kadar iyidir.
İyiliğin fakatı, lakini, aması olmaz.
Sözün kısası…
‘İyilik’ iyidir!

Gündoğdu Yıldırım

Devamını Oku

HER ÇOCUK BAŞARIR!

HER ÇOCUK BAŞARIR!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu toplumun en büyük sorunlarından birisi de eğitimdir.
Eğitimde bir türlü istenilen başarı yakalanamamaktadır.
Nedeni de gayet açıktır: Gelenekçi eğitimde ısrar edilmektedir.
Eğitim, usta-çırak ilişkisi ile yürütülmekte…
Eskinin doğruları, doğru kabul edilmekte…
Disiplin, dayak eğitimin temeli görülmekte…
Not ve ceza öğretmenin en büyük silahı sanılmakta…
“Zeki çocuklar eğitilmelidir” denilmekte.
Başarısız, tembel, yaramaz çocuklar, sistem dışına çıkarılsın denilmekte…
Başarısız çocuklar suçlanmakta…
İyi de eğitimin amacı, çocuklara istenilen davranışı kazandırmak değil midir?
Tüm çocuklar eğitilebilir.
Bunu kim söylüyor?
Anayasa, yasa, yönerge, genelge, yönetmelik…
En önemlisi de eğitim bilimleri…
Eğitim kurumları dil, ırk, cinsiyet ve din ayırımı gözetilmeksizin herkese açıktır.
Eğitimde hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Temel eğitim görmek her Türk vatandaşının hakkıdır.
Genellik ve eşitlik eğitimin temelidir.
Bu temelde…
Her çocuk eğitilebilir.
Her çocuk başarabilir.
Çocukta bir eksiklik bir sorun varsa, mutlaka bir nedeni vardır.
Bu nedeni ya da nedenleri gidermek eğitimcinin asli görevidir.
Çocuk suçlu ilan edilerek, eğitimde başarı yakalanamaz.
Çalışkan çocukları eğitmek kolaydır.
Onlar zaten hedeflerine ulaşmak için gereken gayreti fazlası ile göstermektedirler.
Sorunlu çocuklar eğitilmelidir ki eğitim gerçek anlamda anlamını bulsun.
Okul yıllarında başarısız görülen çocukların zaman içinde çok başarılı oldukları, büyük işlere imza attıkları bilinmektedir.
Bir sürü örneği vardır.
Başarı öyküsü olanların hepsinin aslında bir de başarısızlık öyküsü vardır.
Başarı öyküleri, başarısızlıklarla dolu…
Her kişi özeldir!
Dolayısı ile her kişinin özel yetenekleri vardır.
Bu yetenekler keşfedilmeyi beklemektedir.
Her çocuğun filizlenme yaşı farklıdır.
Emek ve sabır…
Eğitimin temelidir.
Bilim insanlarının birçoğu, okul çağlarında, öğretmenleri tarafından “geri zekâlı” damgası yemiştir.
Aşağılanmış, horlanmış, dışlanmış, psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalmıştır.
Bunun en güzel örneği; Almanya doğumlu teorik fizikçi ve bilim insanı olan tüm zamanların en iyi fizikçilerinden birisi olarak kabul edilen Albert Einstein’dır.
“Einstein, 6 yaşına kadar konuşamamıştır. Okumayı söktüğünde ise 9 yaşındadır. Albert Einstein, henüz ilkokul öğrencisiyken sınıf öğretmeni annesine vermesi için ona bir mektup verir. Einstein’ in annesi Pauline, mektubu eline alınca gözyaşlarına boğulur. Küçük Einstein annesine mektupta ne yazdığını sorar. Pauline ‘‘Oğlunuz çok zeki. Okulumuzdaki öğretmenler oğlunuz için yeterli değil. Lütfen oğlunuzun kaydını başka bir okula aldırın ya da özel eğitim verdirin. Böylesi onun için çok daha iyi olacaktır.’’ yazdığını söyler.
Pauline, Einstein’a evde kendisi eğitim vermeye karar verir. Bir sürü kitap alır ve her şeyi kendi öğretir. Ona ‘‘Sen dünyayı değiştirebilecek kadar zeki ve farklısın.’’ der Pauline’ın vefatından sonra onun eşyalarını karıştıran Einstein, eski bir kitabın arasında yıllar önceki o mektubu bulur. Ancak mektupta yazanlar Pauline’ın bahsettiğinin tam tersidir. Mektupta ‘‘Aptallık ve anlama geriliğinden dolayı oğlunuzu okuldan almanızı tavsiye ediyoruz.’’ yazılıdır.

‘‘Sakın sana kötüsün diyenlere aldırma. Bana aptal dediler ve atomu parçalayıp ellerine verdim’’ sözüyle de potansiyelimizi başkalarının belirlemediğini anlatır.”
Kimin ne olacağı hiç belli olmaz.
Ummadık taş baş yarar.
Başaramaz denilenlerin başardığı, başarır denilenlerin başaramadığı çok görülmüştür.
Eğitimciler; savcı, yargıç, hâkim değildirler.
Onlar, çocuğu eğitmekle görevlidirler.
Bir eğitimci…
Çocuklar arasında ayırım yapılmadan hepsine emek verilmelidir.
Çocukların her birisinin başarabileceğine inanmalıdır.
Bu inançla eğitim verildiğinde görülecektir ki her çocuk başarır!
Bu böyle biline…
Gündoğdu Yıldırım

Devamını Oku