h Dolar 32,5995 % 0.34
h Euro 34,8254 % 0.34
h Çeyrek Altın 4.277,00 %0,69
h BIST100 9.693,46 %1,77
a İmsak Vakti 02:00
Karaman 15°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
KARAMAN HABER
KARAMAN HABER
Kemal Uysaler

Kemal Uysaler

15 Şubat 2022 Salı

Hacı Bektaş-ı Veli

Hacı Bektaş-ı Veli
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ara, bul.
İncinsen de, incitme.
Kadınları okutunuz.
Eline, diline, beline sahip ol.
Her ne arasan, kendinde ara.
Arifler hem arıdır, hem arıtıcı.
Marifet ehlinin ilk makamı edeptir.
İnsanın cemali, sözünün güzelliğidir.
Hiçbir milleti ve insanı ayıplamayınız.
Nefsine ağır geleni kimseye tatbik etme.
İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.
Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu…
Nebiler, veliler insanlığa Tanrı’nın hediyesidir.
Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız.

Yukarıdaki altın sözlerin sahibi, büyük Türk düşünürü ve ozanı, gönül adamı Hacı Bektaş-ı Veli, XIII. yüzyılda yaşamış ulu bir Türk-İslam mutasavvıfıdır.
1209 yılında Horasan’ın Nişabur kentinde dünyaya gelip, Hacıbektaş ilçesinde 1271 yılında hakka yürümüştür.
Çocukluğu ve gençliği Horasan’da geçen, akılcılığa ve bilime inanan Hacı Bektaş-ı Veli örnek ve dürüst bir kişiliğe sahiptir.
İlk eğitim ve öğreniminde Türkistan Piri Hoca Ahmet Yesevi kültür ocağında, öğretmeni Lokman Perende’den temel dersler almış, ayrıca burada felsefe, matematik, edebiyat, sosyal bilimler ve fen bilimlerini öğrenmiştir. Çok sayıda bilim adamının yetiştiği Horasan’da engin bir bilgi birikimine, geniş bir dünya görüşüne sahip olmuştur. Küçük yaşlardan başlayarak kendini etrafına kabul ettirerek Horasan erenleri arasında ululuğu öne çıkmıştır.
Hacı Bektaş-ı Veli, Ahmet Yesevi ocağından kendisine verilmek için özel olarak bekletilen emanetleri teslim alarak, önce İran, Irak, Arabistan ve Suriye’yi gezmiş buralarda gerekli araştırma ve incelemelerini yaparak hacı olmuş, Anadolu’ya bir Yesevi mensubu (derviş) olarak gelmiştir.

Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya gelişi, Anadolu Selçuklu Devleti’nin üzerinde kara bulutların dolaştığı, siyasi, ekonomik ve kültürel düzeninin bozulmaya yüz tuttuğu, taht kavgalarının başladığı, bölünmelerin ve parçalanmaların meydana geldiği bir döneme rastlamıştır.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin çökmesi ve Anadolu Türklerinin dağılma tehlikesi ile karşı karşıya kalması, Orta Asya’da bulunan Türk Uluslarını büyük bir kedere boğmuştur.
Anadolu’da cereyan eden bu var olma savaşına bir çözüm yolu bulmak gerekliliği ortaya çıkmıştır. İşte Hacı Bektaş-ı Veli bu amaçla Anadolu’ya gönderilmiştir.
Hacı Bektaş-ı Veli, idealistlerden oluşan bir toplulukla Anadolu’ya gelmiş ve Anadolu’ya adeta bir güneş gibi doğmuştur.
Hacı Bektaş-ı Veli’, Hacıbektaş ilçesine yerleşmiş, burada bir çalışma ortamını oluşturmuş ve Anadolu kültürünü, Anadolu insanının gelenek ve göreneklerini özümseyerek yeni bir kültür ve eğitim merkezini kurmuştur.
Burada düşüncesini ve felsefesini geliştirmiştir. Ayrıca Anadolu’yu dolaşarak çevresini tanımıştır. Araştırma ve incelemelerde bulunmuş ve gittiği her yeri aydınlatmaya ve fikirlerini anlatmaya çalışmıştır.
Bulunduğu bu yerde bir çekim merkezi oluşturmuştur. Görüş, düşünce ve felsefesi bütün bu merkezden Anadolu’ya hızla yayılmıştır. Bu görüş ve düşüncesi Anadolu genelinde Hacı Bektaş Felsefesi ve Tasavvufu, Bektaşi Tarikatı olarak adlandırılmıştır. Bu eğitim ve öğreti merkezinden yetişen öğrenciler(Dervişler) Anadolu’nun dört bir yanına dağılmışlardır.
Balkanlar’a, Arnavutluk’a Irak’a, Suriye’ye, Mısır’a, Girit’e vb. ülkelere gidip oralarda Hacı Bektaş-ı Veli’nin düşünce ve felsefesini anlatmışlardır. XIII. Yüzyıl da Balkanlar’da ağır baskılardan yılan halkın önemli bir kısmının İslamiyet’i kabul etmesinde temel rol oynamışlardır. Fetihlerin kazanılmasında da kolaylaştırıcı unsur olmuşlardır.
Yeni ordunun kuruluşunda, temsili bir grup asker, Hacıbektaş’a gelerek Hacı Bektaş-ı Veli tarafından burada kılıç kuşatılıp taç giydirilip dualanmıştır. Ayrıca sancak teslim edilmiş ve bu orduya “Yeni Çeri” adı verilmiştir. Bu yüzden Hacı Bektaş-ı Veli’yi Pir olarak tanıyan Yeniçeriler, Bektaşi tarikatını benimseyerek nice fetihlere katılmışlardır.
Hacı Bektaş-ı Veli; Baba İlyas, Mevlâna, Ahi Evren ve Yunus Emre gibi Türk düşünce hayatını zamanımıza kadar etkileyen çağdaşları ile birlikte aynı devirde yaşamıştır.
15-18 Ağustos tarihleri arasında, Hacıbektaş ilçesinde, Hacı Bektaş-ı Veli için anma törenleri düzenlenmektedir.

Büyük insan, Büyük Veli, Hacı Bektaş-ı Veli’yi bir kez daha, saygıyla anıyorum.

Kemal UYSALER
ibrala.com

Devamını Oku

Karaman’da yaşanan sonbahar ayları

Karaman’da yaşanan sonbahar ayları
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sonbahar Ayları, uzun süren kış ayları için bir hazırlık ayları olur, Karaman’da…

Sonbaharla birlikte; güneş eğilmeye, ılımaya, gökyüzü kararmaya bulutlanmaya, yeşiller sararmaya başlar…

Mahallelerde, sokaklarda, çarşı ve pazarda gizliden gizliye bir hareketlilik görülür Sonbahar’da…

Bu hareketlilik, uzun süren kış ayları için yapılan hazırlıklardır…

Önceliği okul hazırlıkları alır. Eylül Ayı ile birlikte, kendilerini oyunlara veren çocuklar, okulları, öğretmenleri ve arkadaşları anlatılarak okullarına motive edilir. Anne ve babalarının ellerinden tutan çocuklarla, çarşı Pazar dolaşılır. Çanta, önlük, kitap, defter, yakalık, kravat, elbise, ayakkabı ve okul araç-gereci alınan çocuklar, sevinç içinde evlerine dönerler.

Çocukların ilk yaptıkları alınan kitap ve defterleri kaplamak ve üzerlerine etiketleri yapıştırmak olur. Oluşan sevinç, birkaç gün sonra oyundan kopmak ve okula gitmek kâbusuna dönüşür, çocuklarda.

Harman yerinden getirilen ya da Buğday Pazarı’ndan alınan buğdaylar, beyaz buğdaylar unluk; sarı buğdaylar ise, bulgurluk olarak önce yıkanılır. Büyük sergilerde kurutulur. İçindeki taşlar ayıklanarak, değirmenlere götürülür. Değirmenlerde öğütülen un ve bulgurlar, çuvallar içinde aşenelerdeki veya kilerdeki yerlerine konur.

Kış ayları uzun ve yaman geçer. Kar yağar. Buz ve donlar olur. Poyraz, oldukça sert eser. Isınmak için tonlarca kömür ve odun alınır. Odunluklar ve kömürlükler ağızlarına kadar doldurulur. Guzüne sobalar kurulur. Sobalarla birlikte sobaların üzerinde kestane ve sobaların içinde pişirilecek mercimekli kol böreklerinin hayalleri kurulmaya başlanılır.

Güneşin ısısı iyiden iyiye kaybolmadan etlik yapılır. Kesilen dana, inek veya koyun etinden kıyma, kuşbaşı ve kemikli kavurmalar yapılır. Etlerin bir bölümünden de sucuk ve çemene batırılan pastırma yapılır. İplere bağlanan sucuk ve pastırmalar, kurumaları için dış duvarlara çakılan çivilere asılır. Kavurmalar, sucuk ve pastırmalar, tel dolaplarına veya söğüt dallarından yapılmış selelerin altlarına konur.

İçleri boşaltılan patlıcan ve dolma biberler; sivri biberler, domatesler, taze fasulyeler, kabaklar, bamyalar iplere dizilerek, kurumaları için evlerin dış cephelerine asılırlar. Asma yaprakları salamura yapılır. Armut, elma, erik, kayısı, vişne, üzüm kurutulur. Pekmezler yapılır. Narlar toplanır. Arabalarla alınan kavunlar, saplarından bağlanarak, samanlıkların tavanındaki direklerde çakılı çivilere asılır.

Tarhanalar, salçalar, reçeller yapılır; turşular kurulur, naneler kurutulur. Beyaz peynirler salamura yapılarak tenekelere kalıplar halinde doldurulur; tulum peynirleri, deri tulumlara basılarak, buzhanelere konulur.

Uzun kış gecelerinde, arabaşılar ve pişmaniyelerin yanı sıra, yenilmek üzere; ceviz, iğde, mısır, cin mısır, nohut, kestane ve kuru incirler, belirlenen yerlerine ayrı ayrı konulur.

Gün boyunca, komşularla yapılan yardımlaşmalarla açılan ve tandırlardaki saclar üzerinde pişirilen yufkalar, evlerde hazırlanan yerlere üst üste konur.

Güzlük ekinler için topraklar işlenmeye başlanır. Karasaban ve pullukla işlenen toprağa bereketli olması dilekleriyle, tohumlar elle savrularak atılır. Bol yağmur ve kar yağması için dualar edilir. Toprak gübrelenir.

Pancarlar sökülür. Yapraklarından ayrılır. Satılmak için alım merkezlerine götürülür.

Samanlıklar samanla ve hayvan yemleriyle doldurulur.

Karaman’da hazırlıklar tamamlanmıştır. İnsanlar, uzun kış aylarında, kışın getireceği zorluklar aşacaklarına emindirler artık. Düşüncelerinde ve vicdanlarında, sadece hazırlıklarını yapamayanlar ve açıkta kalan kuşların kışı nasıl geçirecekleri yönündeki çaresizliklerinin yarattığı huzursuzluklar yer alır.

Kemal UYSALER
ibrala.com
11.02.2022

Devamını Oku

Mustafa Kemal Atatürk 1881 1938

Mustafa Kemal Atatürk 1881 1938
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir kişiyi veya bir olayı anlayabilmek için: kişi ve olaya karşı ön yargısız olmak ve kişinin yaşadığı ve geliştiği dönem ve ortam ile olayların oluştuğu koşulları çok iyi bilmek gerekir. Bunlar olmadan kişi ve olayları anlamak mümkün olamaz. Olsa olsa kişi ve olayları yargılamak ve kör cahilliğimize mahkûm etmek olur. Zira ön yargı, insanın özgürleşmesini ve özgürce düşünüp karar vermesini engeller. Bilgisizlik ise insanı kör kılar.
Atatürk’ü: kendi gözüyle gören, kendi yüreğiyle seven, kendi beyniyle düşünen ve kendi algılama yeteneğiyle algılayabilen kişiler anlayabilirler.

Kimdir Atatürk?

Alman Şairi Göthe, “En mutlu kişi hayatının sonunu başıyla birleştirebilendir.” der. İşte bu kişi Atatürk’tür.
İnsanı yücelten ve büyük yapan, kendi çıkarları üstüne yükselip yurt için, millet için ve hatta bunlarda yetmez, insanlık için yaptıklarıdır. Bu üç yönlü çalışmadır ki, bir insanı ulusal sınırları içinde olduğu kadar, ulusal sınırları dışında da tarihe mal eder ve tarih onu bağrına bastıktan sonra hatırlanmasını ve anlaşılmasını emreder.
Atatürk, insanlığa mal olan eserleriyle her gün tüm insanların arasında bulunmakta, yüksek ülküleri ve ilkeleriyle yol gösterici olmakta, düşünce ve yüreklerde yaşamaktadır.
Atatürk:
34 yaşında, General,
39 yaşında, Meclis Başkanı,
40 yaşında, Başkomutan, Mareşal ve Gazi,
42 yaşında, Cumhurbaşkanı,
23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı’nı, çocuklara,
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı, gençlere,
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı, halka,
30 Ağustos Zafer Bayramı’nı askerlere hediye eden “Devlet Adamı”.

Nutuk, Söylev ve Demeçler, Karlsbad Hatıraları, Hatıralar (Doğu Cephesi ile ilgili), Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal, Geometri, Cumalı Ordugâhı, Arıburnu Muharebeleri Raporu, Anafartalar Muhaberatına Ait Tarihçe, Medeni Bilgiler, Taktik ve Strateji, Tatbikat Gezileri, Takımın Eğitimi (Litzman’dan çeviri), Bölüğün eğitimi (Litzman’dan çeviri) “Eserlerin Yazarı”

Küçük yaşta babasını kaybeden, annesi ve kız kardeşiyle yaşam mücadelesi veren, Türk Toplumu’na “Çağdaşlaşma Vizyonu ve Cumhuriyet Projesi” sunan “Lider”
Tarih bilinmeden Atatürk anlaşılamaz.

Batı’da:

Ortaçağ karanlığından aydınlığa geçiş, bir dizi gelişmeyle kendisini gösterdi. Hümanizma ile edebiyatta, Rönesans ile sanat ve mimaride devrimler yapıldı, Reform ile Katolik Kilisesi’nin etkinliği kırıldı, İncil, Latinceden ulusal dillere çevrildi. Coğrafya Keşifleri’yle Amerika Kıtası, Hindistan Deniz yolu bulundu, deniz yoluyla yeryüzündeki değişik coğrafyalara ulaşıldı ele geçirilen yörelerin yeraltı ve yer üstü kaynakları Avrupa’ya taşınarak, Avrupa, adeta altın ve gümüş deposu durumuna getirildi. Toprak imparatorluklarından sömürge imparatorluklarına geçildi ve potansiyel bir biçimde sermaye oluştu. Eğitim ve bilim, kilisenin tekelinden çıkarak özgürleşip “Bilim Devrimi” gerçekleştirildi. Bunu Aydınlanma dönemi takip etti. Buhar ve kol gücüne dayalı olarak “Sanayi Devrimi” gerçekleştirildi ve üretim, makineleşti, makine ile üretim yapan fabrikalar oluştu ve işçi sınıfı doğdu. Bu gelişmeler beraberinde, uluslaşma ve ulus devletlerin oluşmalarını ortaya çıkardı. İşçi sınıfı ideoloji, demokratik ve siyasal mücadeleler vererek yeni toplumsal yapıların oluşumunu sağladı ve demokrasi gelişti. Teknoloji: bilimi, sanatı, felsefeyi ve kültürü arkasına alarak, yaşamın her alanında kullanılmaya başlanmış ve hayatı kolaylaştırdı.
Batı:
Serveti ve zenginliği, dış sömürü ile elde etti, toplumun ihtiyaç duyduğu hukuk ve sosyal alandaki düzenlemeleri ise halkın mücadelesi sonucunda gerçekleştirdi.
Ekonomiye egemen olan burjuvalar, kralları ve aristokratları etkisiz bir duruma getirmeleri sonucunda “Ulus Devlet”ler oluştu, ulusçuluk akımları yaygınlaştı ve yükselen değer “Ulusçuluk” oldu.
Batı’da ortaya çıkan bu gelişmeler karşısında,

Osmanlı Devleti’nde:

Sermaye ve teknoloji birikimi oluşmadı. “Bilim”ve “Sanayi” devrimleri gerçekleşmedi. Kol gücü, savaş ve tarımda kullanıldı. Tarım dışında üretim geleneği oluşmadı. El tezgâhları, üretim dışına itildi. Sanat gelişmedi. Ticaret, Batı karşısında geriledi.

Burjuva ve işçi sınıfları ortaya çıkmadı. Servet ve zenginliği, öşürü, mültezimlere ihale yaparak, iç sömürüye dayalı olarak gerçekleştirmeye yönelindi. Toplumun ihtiyaç duyduğu hukuk ve sosyal alandaki düzenlemeleri dış güçlerin baskısıyla gerçekleştirdi. Öz güvenini kaybetmeye başladı. Sürekli denge politikaları izleyerek varlığını sürdürmeye çalıştı. Doğu ve Batı anlayışları karşısında sıkışarak sürekli zikzaklar çizdi. Azınlıkların bağımsızlıklarını elde etmeleri karşısında, toplumda muhafazakârlık arttı.

1535 yılında, Fransa’ya tanınan ticari ayrıcalıklar, 1740 yılında kalıcı duruma getirildi. Toprakları, Batı’nın sömürge alanına girdi. 1838 yılında, İngiltere ile yapılan “Ticaret Antlaşması” ile adeta ekonomideki idam fermanını imzaladı. 1854 yılında, ilk kez İngiltere’den borç para aldı. Alınan paralar, sanayiye ve yatırıma yönelik kullanılmadı. Bu paralarla, saraylar yapıldı. Aldığı borç paraları ve faizlerini ödeyemez duruma gelince; borç veren devletler, alacaklarını tahsil etmek için devletin bazı gelirlerine, oluşturdukları Borçlar İdaresi (Duyun-Umumiye) aracılığıyla el koymaya başladılar. Kendi limanları arasında, kendi gemileriyle mal taşıyamaz ve ticaret yapamaz duruma geldi. Başkent İstanbul’da bile tüten bir baca görülmedi.

İçine düştüğü olumsuzluklar karşısında, çıkış yolları aranılmaya başlanıldı. II. Osman zamanında başlatılan yenileşme hareketleri: III. Selim, II. Mahmut ve II. Abdülhamit dönemlerinde yoğunlaşmış ise de olumlu sonuçlar alınamadı. Zira yenileşme, savunmaya dayalı statükoyu koruma mantığıyla gerçekleştirilmeye çalışıldı. Eğitim, medreselerde ve ağırlıklı olarak din merkezli yapıldığından bilim ve teknoloji gelişmedi. Devletin, teokratik bir yapıda görünmesi nedeniyle, egemenlik kaynağı halka dayandırılamadı ve laiklik oluşmadı. Çok uluslu bir imparatorluk olması nedeniyle, Türk ulusçuluğu oluşmadı.
Sonuçta: Fabrika adını alan üretim araçları kurulamadı. Köylülerin, mültezimlerin baskısından topraklarını terk etmeleri sonucunda tarımsal faaliyetler geriledi. Maliye, Duyun-u Umumiye’nin ellerine bırakıldı. Ordu, Alman generallerinin yeteneğine bağlandı. Eğitim, yabancı ve azınlık okulları, çağdaş eğitim veren okullar ve medreseler girdabında sahipsizleşti.
Bulunduğu bu koşullar altında, 1914 yılında, emperyalistlerin boğuşma arenası olan I. Dünya Savaşı’na giren Osmanlı Devleti için bu savaş, bir intihar eylemi, Mondros Ateşkes Antlaşması ise yazılı ölüm raporu oldu.

Atatürk’ün yetiştiği dönemin düşünce akımları:

Osmanlıcılık: Bu görüşü savunanlar, devletin sınırları içinde yaşayan fertler arasında dil, ırk ve din bakımından hiçbir ayrım gözetmeksizin, hepsinin aynı hak ve yetkilere sahip olduğunu kabulle, Osmanlı toplumu içinde tam bir kaynaşma ve dayanışmanın sağlanacağı görüşündedirler.
İslamcılık: Ülkede İslamiyet’e ve dünyanın bu yerindeki Müslümanlara önem veren bütün Müslümanlar arasında bir birliğin gerçekleşmesini mümkün kılmaya çalışan ve devletin sosyal bağlarını din birliğinde arayan bir akımdır.
Türkçülük: Türkçülük akımı, devletin kurtuluş ve yükselme çaresini, ulusal bilince ulaşmış olan Türk unsurunun bir ulus halinde oluşmasında ve ulusal varlığı kavramasında aramıştır.
Batıcılık: Batıcılık akımı, temelleri Batı’nın sosyal, siyasal ve felsefi görüşlerinde aranması gereken bir devlet anlayışını ifade etmektedir. Bu görüş, devletin ancak batılılaşmak suretiyle kurtulabileceğini ve bunun için de değişik alanlarda önemli devrimlerin yapılması gerektiğini savunmuştur.

Atatürk: Fransız yazarlarından Jan JakRuso, Monteskiyö, Volter ve Didero’dan ve Fransız Devrimi’nden: cumhuriyet, laiklik ve devrimcilik konularında, Namık Kemal’den: vatan kavramında (Namık Kemal’in vatan anlayışında, milliyet bilinci yeterince oluşmadığından, Türkiye değil, Müslüman ülkeleri ve İmparatorluktu. “Git vatan Kâbe’de siyaha bürün”, diyen Namık Kemal’in vatan anlayışı Kâbe’yi de kaplıyordu. Atatürk’ün vatan anlayışı, Misak-ı Milli sınırlarıdır.), Ziya Gökalp’den: milliyetçilik kavramında etkilenmiş, devrimci ruhu, Tevfik Fikret’ten almıştır.

Atatürk, Türk halkının öz güvenini, yaşama ve üretme yeteneğini görerek “Kurtuluş Savaşı”nı başlattı. Kurtuluş Savaşı: “Türk toplumunun bir çağdaşlaşma projesi, bir geleceğin kurulması, bir vizyonudur.” Atatürk, bu projeyi 19 Mayıs 1919’da meşruiyet zemininde başlattı, geleceği kuracak olan kaynağı, halk olarak gördü, geleceğin hukuksal ve sosyal yapısını laiklik ekseninde belirledi. Bu nedenle, projenin hedefi; sadece emperyalist işgalden değil, kişi tahakkümünden ve çağdışı kurumlarda da kurtularak, çağdaş uygarlık düzeyini yakalayıp onu aşmaktır. Bu nedenle, 19 Mayıs 1919’da başlatılan bu proje sürmektedir ve süreklidir.
Çağdaş uygarlıktan anladığımız, sadece Batı Uygarlığı değildir. Günümüzde Batı’da yaşanıldığı algılanan çağdaş uygarlık, tarihin başka bir kesitinde, farklı bölgelerde de kendisini göstermiştir ve gelecekte de gösterebilir. Yani Kuzey Uygarlığı, Doğu Uygarlığı, Güney Uygarlığı gibi… Bu nedenle Kurtuluş Savaşı’nı sadece emperyalizme karşı verilmiş sıcak savaş dönemi olarak değil, bir bütün olarak, sürekli bir çağdaşlaşma hareketi olarak görmek gerekir.

Çağdaşlaşmanın itici gücü, “Sürekli Devrim”dir. Bu nedenle Atatürk’ün devrim anlayışı, statik ve durağan ya da yapılıp bitmiş değil, her dönem için gereklidir, süreklidir.
Atatürk’ün, yayınladığı Amasya Genelgesi’nde, “Milletin geleceğini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” demesi, Erzurum ve Sivas’ta kongreler düzenlemesini ve TBMM’ ni kurmasını, halka dayalı olarak yapması, icraatlarının meşruiyetini göstermektedir.

Atatürk:

Kurtuluş Savaşı süresince, iletişime önem vermiş ve telgrafı bir iletişim aracı olarak kullandı.
İşgaller karşısında oluşturulan ve Kuvay-ı Milliye adını alan silahlı direniş güçlerini Sivas Kongresi’nde “ Batı Cephesi Genel Kuvay-ı Milliye Komutanlığı” adı altında, kuruldukları yörelerin savunulmasını amaçlayan Müdafaa-i Hukuk Dernekleri’ni yine Sivas Kongresi’nde “ Temsil Heyeti” adı altında birleştirme yönüne gitti. Osmanlı’ya baş kaldırarak dağlara çıkan efeleri, tarikat şeyhlerini, aşiret reislerini etnik kökenine, dinsel anlayışına ve siyasal anlayışlarına bakmaksızın ve ötekiler yaratmadan, bütün ulusal güçleri, emperyalizme karşı, Türk tarihinde ilk kez Türk adının geçtiği TBMM’sinde birleştirerek, ulusal birliği sağladı.
Atatürk’ün, vatan savunması yönünde vermiş olduğu mücadele, mazlum uluslara model olmuş, haklı olarak yabancı devletlerin sevgi, saygı, sempatisini ve takdirlerini kazandı, ayrıca aynı ortak tehlike karşısında bulunulması nedeniyle de, sıcak savaş süresince Sovyetler Birliği, Afganistan, Hindistan, İtalya ve (Ankara Antlaşması sonrasında) Fransa, maddi ve silah ve cephane yardımlarında bulundular.

Atatürk’ün işgaller karşısında uyguladığı savaş stratejileri ve taktikleri sonucunda elde ettiği zaferler, ülkede büyük bir enerji yarattı ve bu enerji, yapılan devrimlerin itici gücü oldu.
Bağımsız bir vatan ve özgür bir ulus yaratıldı ve ulusun çağdaşlaşması sürecine girildi. Bu aşamada, devletin yönetim şekli ve çağdaş bir toplum yaratılmasının nasıl olacağı sorusu gündeme gelmiştir. Bu aşamada, Atatürk’ün bazı silah arkadaşları, düşünce alanında, Atatürk’ten ayrılmaya başlamışlardır.

Atatürk’ün otoriter ve jakoben bir uygulamaya girebileceği kaygısını taşıyan bazı kesimler, cumhuriyet yönetimine ve cumhuriyetin kuruluş felsefesine karşı çıktılar. Bu kesimler, yönetimin “ Meclis Hükümetleri” (Meclis Hükümetleri, kabine şeklinde değil de: Meclis Başkanı’nın Hükümet Başkanı, Bakanların ayrı ayrı seçilerek Bakanlığa getirildikleri bir sistemdir.) şeklinde olmasını savunuyorlardı. Bu kesimler aynı zamanda toplumsal dönüşümün devrimci bir yöntem yerine evrimci (Tekâmülcü) bir yöntemle gerçekleştirilmesini istiyorlardı. Bu kesimlerden başka, ayrıca gerici bir muhafazakârlığı temsil edenler de vardı. Bunlara göre mevcut kurumlar sağlıklıdırlar. Yapılacak olan, sadece dini emirlerin gereği gibi uygulanmasıdır. Hatta Kur’an hükümleri dışında bir hukuka ve kanun uygulamasına gerek olmadığı görüşünü ileri sürüyorlardı.
Sıcak savaş sonrası içinde bulunulan noktada, Türk Ulusu’nu çağdaş uygarlık seviyesine taşıyacak olan evrim mi, devrim mi?

Bir imparatorluğu yıkmak, yerine yeni bir devlet kurmak. Toplumu, ümmetçi anlayıştan ulus bilincine ulaştırmak ve çağdaş bir yaşam tarzına kavuşturmak, Batı ile yüzleşmek. Bunlar için elbette otorite gerekir.
Devrimlerin yapılması ve korunması, halkın bu devrimleri anlaması, kabullenip içselleştirmesi ve yeni bir hukuk kurallarına uyumlu yeni bir yaşam tarzının uygulanabilmesi, ancak bir otorite altında gerçekleşebilir.
1912–1923 yılları arasında: Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı süresince, çok sayıda Anadolu insanı hayatını kaybetmiş, toplumun aydın ve genç kesimleri yok olmuş, Anadolu toprakları harap bir duruma gelmiş, tarım ve hayvancılık çökmüş, ekonomisi çıkmaza girmiş bir ortamda, çağdaşlaşmanın tek aracı devrim olarak görüldü. Zira Osmanlıda kalan çürümeye yüz tutmuş kurumlar, toplumu Kurtuluş Savaşı verme noktasına getirmişse, bu kurumlarla artık yaşanılamaz ve değiştirilmeleri gerekir. Bu da devrimle mümkündür. Evrim, sonucu çok geç görülecek bir gelişimdir. Kaybedecek zaman yok. Dünya, hızla gelişiyor ve değişiyor. Bu nedenle: hukuk, eğitim, sosyal yaşamın düzenlenmesi ve toplumsal dönüşüm, ulusçuluk, bilim ve laiklik ekseninde yapılan devrimlerle gerçekleştirildi.
İmparatorluktan; Üniter bir Ulus devlete,
Ümmetten; Ulusa,
Medrese eğitiminden; Laik ve çağdaş eğitime,
Teokrasiden; Laik bir devlet yapısına,
Halifelikten; Cumhurbaşkanlığına,
Monarşiden; Cumhuriyete,
Osmanlılıktan; Türklüğe,
Kulluktan; Vatandaşlığa,
Gericik ve tutuculuktan; Çağdaşlığa,
Hurafecilik ve kadercilikten; Bilimselliğe…

Atatürk, en büyük eserim dediği cumhuriyeti, çağdaşlaşmayı, hukuk ve sosyal düzenlemeleri, herhangi bir kuruluşa girmek için değil, Türk halkının hak etmiş olması ve ihtiyaç duyulması nedeniyle gerçekleştirdi.
Atatürk’ün önemli bir özelliği de çok iyi bir “Zamanlayıcı” olmasıdır. Çağın en iyi yönetim şekli olan cumhuriyet yönetiminin kurulacağına yönelik idealini, görüş ve düşüncelerini, sıcak savaş döneminde hiç öne çıkarmadı. Ayrıca, Çanakkale-İzmit hattını ve İstanbul’u savaş yapmadan, İngiliz işgal kuvvetlerinden arındırdı. Yine savaş yapmadan Doğu Trakya’yı ve Hatay’ı Misak-Milli sınırları içine aldı. Lozan Görüşmeleri sırasında, İzmir’de bir İktisat Kongresi yaparak, Batı’ya yeni devletin iktisadi politikasının liberalizm temelleri üzerinde inşa edileceği mesajı verdi, kapitülasyonların kaldırılmasını sağladı.
Atatürk, Misak-ı Milli sınırları içersinde gerçekleştirdiği devrimlerle çağdaş bir toplum yapılandırırken, dış siyasetteki gelişmeleri de izleyerek, konjonktürü çok iyi değerlendirip gerekli önlemleri alma yoluna gitti.
Nazi Almanya’nın ve faşist İtalya’nın, saldırgan politikalar izlemeleri karşısında; Yunanistan ile nüfus mübadelesini gerçekleştirip, Türk-Yunan dostluğunu kurdu. Bu dostluk temelinde, Balkanların güvenliğinin sağlanılması amacıyla Balkan Antantı yapıldı. Montrö Antlaşması’nı yaparak, Boğazlar üzerindeki egemenliğimizi perçinleştirdi. Lozan Antlaşması kararı gereği özel bir yönetime tabi olan Hatay’ı, Misak- Milli sırlarımız içine kattı.
“Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atatürk, çok konuşup ne söylediğini unutan değil; yaptığını söyleyen ve söylediğini yapan ve çağdaş bir ulus yaratan bir liderdir.
Atatürk, Batı ve Ortadoğu’nun kültürel ve siyasi baskısı altında olan toplumu, bu çevreleri kendi silahlarıyla vurdu ve silahlarını ellerinden alarak, kurtardı.
Ortadoğu’nun İslam Dini’nin anlaşılmaması için sürekli olarak dinin, Arapça olarak aktarılması karşısında Atatürk:
Topluma dinsel alanda hizmet vermesi için Diyanet İşleri Başkanlığını kurdu.
Kur’an’ın Türkçe Mealini yaptırdı. Böylece toplum olarak Kur’an’daki bütün öğütleri öğrenme ve Kur’an’a uyarak, ibadetlerini gerçekleştirmelerini sağladı.
Cuma Namazlarında okunulan Hutbe’nin Türkçe olarak okunulmasını sağladı.
Hadisleri Türkçeye çevirtti.
Kur’an Kurslarını açtı.
İlahiyat Enstitülerini açtı.
Arap alfabesi yerine Yeni Türk Harflerini kabul etti.
Batı’nın silahları olan akılcılık (rasyonalizm) ve bilimi temel aldı. Böylece Batı’yı kendi silahlarıyla vurdu. Bunlar:
İnsan Hakları, laiklik ilkesi, ulusçuluk, demokrasi, vatandaşlık bilinci, yurt sevgisi, ekonomi vb. değerlerdir.
Lozan Antlaşması, Atatürk’ün Batı ile yaptığı hesaplaşmanın siyasi bir belgesidir.

Kemal UYSALER
ibrala.com
09.02.2022

Devamını Oku

Dil koparmak!

Dil koparmak!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

1950-60’lı yıllarda yaşayanlar hatırlayacaklardır.
Anneler, babalar ve komşular, duymak istemedikleri ve toplumca hoş karşılanmayan sözlerin çocuklar tarafından söylenilmesi karşısında:

“Dilini eşek arısı soksun.”
“Ağzın kirlendi.”
“Dilini koparırım.”

Gibi sözleri, çocukları korkutmak için değil, eğitmek için söylerlerdi.

Dil koparma sözcüğü, nedendir bilmiyorum ama bana Almanya’yı ve Almanya’nın bazı kişilerini ve de yöneticilerini hatırlatır.
Bunlardan: Fransa’dan daha güçlü olduklarını ileri sürmek için Becker, “Almanya her şeyin üzerindedir” der. (1)
Bu dil I.Dünya Savaşı’nın oluşmasına mı neden oldu acaba? Ya da Hitler, “Almanlar üstün ırktır” söylemi sonrasında Polonya’nın işgaliyle II.Dünya Savaşı’nın başlamasına neden oldu. I. ve II. Dünya Savaşları nedeniyle milyonlarca insan yaşamından oldu.

II. Dünya savaşı sonrasında Almanya’nın yeniden kalkınmasının görüşülmesi nedeniyle Almanya’da düzenlenen toplantıya Türkiye adına Büyük İnsan Atatürk’ün hukuk alanında yetiştirdiği bilim insanı Hıfzı Veldet Dedeoğlu katılır.

Bu toplantıyı hatıralarında anlatan Dedeoğlu şöyle aktarır.
Çok sayıda ülkelerden gelen kişilerin katılımı ile toplantı başladı.
Birinci günde: Almanya’daki savaş nedeniyle hasar gören opera binalarının tamiri…
İkinci günde: Tiyatra binalarını tamiri…
Üçüncü günde: Sinama binalarının tamiri…

Dördüncü günde: Spor alanlarının tamiri üzerinde konuşmaların yapılması, Dedeoğlu’nun merakına neden olur. Aynı otelde kaldıkları Almanların bulunduğu yere gelerek:
“Ben toplantıların Almanya’nın demir-çelik fabrikalarının; otomobil fabrikalarının; tekstil fabrikaları ile diğer üretim alanlarının nasıl toparlanacağının tartışılacağının yapılacağını düşünüyordum. Ancak bunları duymadım” demesi karşısında toplantı başkanı:

“Bizim az da olsa sermeyemiz var. Bilgi, bilim ve teknoloji altyapımız da var. Bizim ihtiyaç duyduklarımız bunlar değil” demesi karşısında hayretini gizleyemeyen Dedeoğluna başkan:
“Bizim bunları harekete geçirebilmek için motive olmuş insan gücüne ihtiyacımız var.” der.
Ülkemizde, hangi diller kullanılarak ve de hangi sanat alanlarında gelişmeler sağlanılarak yarınlar için halkımız motive ediliyor dersiniz?

Kemal UYSALER
ibrala.com
30.01.2022-İZMİR

Devamını Oku

Anadolu’da yaşamak

Anadolu’da yaşamak
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Oğuzların yeni bir vatan oluşturmak üzere boylar halinde Anadolu’nun değişik yörelerine yerleşerek, yerli halkla karışıp kaynaşması ve burada yeni bir devlet kurmalarından kısa bir süre sonra;
1096 yılında Batı’dan güruhlar halinde gelen Haçlılar, Anadolu’yu boydan boya yakıp yıkarak ve önüne çıkan Türk, Ermeni, Rum, Müslüman ve Hıristiyan ayrımı yapmadan herkesi katlederek, Hatay’dan Anadolu topraklarını terk ederek, Suriye’ye geçtiler.

Bundan bir süre sonra 1243 yılında bu kez Moğollar Anadolu’ya Doğu’dan girdiler, merkezi devletin otoritesini yok ettiler ve halkı acımasız bir katliamdan geçirdiler.
Yine Doğu’dan 1402 yılında bu kez Timur Anadolu’ya girdi, Osmanlıyı mağlup etti; İzmir’e kadar olan yöreleri ve İzmir’i kedisine bağladı; yaktı, yıktı, öldürdü.
Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim, İran’daki Safeviler’e karşı yaptığı sefer sırasında Anadolu’da on binlerce insan öldürüldü.

Osmanlı Devleti’nin siyasi ve askeri olumsuzluklar yaşamaya başlaması ekonomik çöküntüsünü de beraberinde getirdi. Ekonomik çöküntü altında kıvranan halk isyan etti ve ayaklandı. Bu isyan Celali İsyanları adını alır.

Celali İsyanlarını bastırmak üzere Anadolu’ya geçen Osmanlı devlet adamları, ellerine geçirdikleri suçlu ya da suçsuz kim olursa olsun; başlarını gövdelerinden ayırarak, bu başları kazdıkları kuyulara doldurdular.

Anadolu insanının kemiklerini Macar ovalarında, Afrika çöllerinde, İran ve Kafkas bozkırlarında bırakan Osmanlı bu kez; Sarıkamış’ta on binlerce insanın donmuş kemiklerini Allahüekber Dağlarında; yüz binlerce insanın kemiklerini de Çanakkale’de Anafartalar, Conkbayırı, Kireç Tepesinde bıraktı.
1915 yılında çıkarılan Tehcir Yasası nedeniyle göçe zorlanan Anadolu Ermenilerinin göçleri sırasında oluşan kargaşalar nedeniyle yüz binlerce Türk, Kürt ve Ermeni yaşamını yitirdi
Emperyalizme karşı Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’nda dişiyle tırnağıyla savaşan binlerce insan canını kaybetti.
1 Mayıs1977 yılında, Taksim Meydanı’nda katliama uğrayan onlarca insan hayatını kaybetti.
1977 yılında, İstanbul üniversitesinden çıktıkları sırada üzerelerine atılan bombalar sonucu onlarca öğrencimiz yaşamlarını yitirdi.
1978 yılında, Çorum ve Kahramanmaraş’ta çıkan olaylar sonucu onlarca insan yaşamını yitirdi.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin öncesi ve sonrası binlerce masum Anadolu insanı yaşamını kaybetti.
PKK terörü nedeniyle binlerce Kürt ve Türk insanı yaşamını kaybetti.
Faili meçhul cinayetler nedeniyle; onlarca aydın, yazar, gazeteci ve yüzlerce vatandaş yaşamını kaybetti.
Sivas’ta onlarca can yakıldı.
Uludere ve Reyhanlı’da onlarca insan yaşamını kaybetti.
Soma ve Ermenek’te onlarca insan toprak altında can verdi.
Binlerce kadınımız cinayetlere kurban edildi.

Şimdi ben:
Yeter artık diyorum; bu güzel ülkede güzel insanlar ölmesin istiyorum.
Ve yine ben;
Ölmek ve öldürmek değil; yaşamak ve yaşatmak istiyorum,
Ötekileştirme ve ötekileşme değil; bir ve beraber olmak istiyorum,
Bir arada, barış içinde ve kardeşçe yaşamak istiyorum,
Hurafelere değil, bilime inanmak istiyorum,
Dindar nesiller değil, insan nesiller yetiştirilmesini istiyorum,
Kişilerin değil, hukukun egemen olmasını istiyorum,
Kişilere bağımlı olmak değil, her alanda zenginleşelim istiyorum,
Üretmek ve halkça bölüşmek istiyorum,
Yalan, dolan, yolsuzluk, hırsızlık değil; adalet istiyorum,
Bilgi Çağına girdiğimiz günümüzde, yeni bir çağdaş anlayışın yönetime egemen olmasını istiyorum…

Kemal UYSALER
ibrala.com
25.01.2022-İZMİR

Devamını Oku