29 Aralık 2021 Çarşamba
Kamu, özel sektör ve nihayetinde gerçek kişiler büyük borç altına girmesine neden olunmuştur.
2002 yılında yaklaşık 90 milyar dolar olan kamu dış borcu, 2021 yılında yaklaşık 215 milyar dolara çıkmıştır. Kamu iç borç stoku(hazine dahil) 2 trilyon Türk Lirasını geçmiştir.
2002 yılında yaklaşık 35 milyar dolar olan özel sektör dış borcu 2021 yılında yaklaşık 240 milyar dolara çıkmıştır.
2002 yılında 14 milyar dolar olan hanehalkı borcu(kredi kartı, tüketici ve ihtiyaç kredisi toplamı) ise 2021 yılında yaklaşık 110 milyar dolara çıkmıştır.
Bu süreçte Türkiye ekonomisi tamamen halk tabiriyle “dış güç” veya “emperyalist güç” olarak adlandırılan borç ile finanse edilmiş, borçla elde edilen kaynaklar Türk Milletine cazip hale getirilen “faiz oran”ları ile kullandırılmıştır.
Türkiye ekonomisi ürettiğinden daha fazlasını tüketen bir ekonomiye dönüştürülmüştür. Döviz kuru baskılanarak Türk Lirası değerlendirilmiş, ucuz faizle kullandırılan bol paralar ile de satın alınan yabancı mallardan dolayı yurt içi piyasa ithal malların hakim olduğu bir alana dönüştürülmüştür.
Türkiye, 2012 yılından sonra “Kavimler Göçü” şeklinde gelen milyonlarca Suriyeliye ve diğer milletler gelen yabancıya kucak açmıştır. Evinde sahip olduğu “son hurma”ya kadar yani tahmini 90.8 milyar dolar misafirlerine ikramda bulunmuştur. Ancak gelinen noktada artık Suriyelilere yapılan harcamaların “faiz ile borç” alınarak yapılır hale gelmesi, Türk Milletinin sahip olduğu manevi değerler ile çelişir hale gelmiştir.
Türkiye ekonomisi 2020 yılının başında, bu yapısal sorunları çözemeden pandeminin getirdiği ilave sorunlar ile ekonomik darboğazların içerisinde girdi. Pandemi döneminde de azalan kaynaklar ithal tüketim, inşaat, otomobil gibi yerli katma değer katkısı düşük alanlara yönlendirilmesi, küresel yeni borç bulmada zorluklar ve yüksek faiz maliyeti, özelleştirme gelirlerinin azalması, Suriyelilere yapılan harcamaların azalmaksızın devam etmesi ve nihayetinde bu darboğazdan kurtulunmasına yardım edecek bir ekonomik modelin bulunamaması ekonomideki makro ekonomik göstergeleri tamamen kötüleştirmiştir.
Artan bütçe açıkları, yaklaşık 50 milyar dolar negatife düşmüş MB rezervi, istikrarsız hale gelen döviz kurları, yükselen faiz oranları(hazine ve dış borçlanma faizi en yüksek ülke), artan bireysel borçlanmalar, sürekli yükselen üretim maliyeti, pahalılaşan hayat Türk Milletini hızla fakirleştirmeye devam etmektedir. Bugün gelinen nokta da 15 milyon Türk İnsanına devlet sosyal transfer yapar hale gelmiştir. Yapılan bu sosyal transferler için devlet faizle borç bulmaktadır.
Geçmişte yürütülen yanlış ekonomik politikalar ve pandeminin getirdiği yeni zorluklar karşısında hükümet son üç ayda “beş” ekonomik model açıklamış ve bunların bir kısmını uygulamaya çalışmış olsa da ekonomide yerli üretim faktörleri harekete geçirecek, piyasa oyuncularının geleceğe yönelik belirsizlik ve risk endişelerini ortadan kaldıracak veya azaltacak ekonomik modelleri açıklayamamıştır.
Son üç ayda Türkiye ekonomisini darboğazdan kurtaracağı ifade edilen “beş ekonomik model“ açıklanmıştır. Bunlar; “Ekonomik Kurtuluş Savaşı”; “Rekabetçi Kur”, “Çin modeli”, “Yeni Ekonomik Model” ve “Türkiye Ekonomik Modeli” olmuştur.
Birinci model “Ekonomik Kurtuluş Savaşı” Modeli tamamen Türk Milletinin tasarruf yapması üzerine inşa edilen, hatta televizyon ve gazetelerden Türk milletinin “Porsiyonları küçültelim” veya “Üç domates yerine iki domates yiyelim” veya “evdeki oda sıcaklığının bir iki derece düşürelim” tavsiyeleriyle başlayan tasarruf hamlesidir. Ancak Türk Milletinin önemli bir kısmı yoksulluk şartlarının bile altında yaşam mücadelesi verdiği unutuldu. Türk Milletinin yaklaşık 1.4 trilyon TL yani 115 milyar dolar kredi kartı, tüketici ve ihtiyaç kredisi borçlu olduğu unutuldu. Dolayısıyla bu model olmadı.
Hemen akabinde gelen ikinci model “Rekabetçi Kur” modeli, MB politika faiz oranlarını indirmesiyle kamuoyuyla paylaşıldı. Bu modelde Türk Lirası değersizleştirilerek, bir taraftan ihracat ürünlerinin dış piyasalara satışı artırılacak diğer taraftan da faiz ile mücadele edileceği üzerine inşa edildi. Ancak Rekabetçi Kur ile TL değersizleşti, döviz kurları büyük sıçramalar gerçekleştirdi. Ancak ihracatımız istediğimiz kadar artmadı. Çünkü en önemli ihraç mallarımızın nerdeyse tamamında ithal girdi oranı çok yüksekti. Başka bir ifade ile döviz artıkça ihraç mallarımızın maliyeleri dolaysıyla fiyatları arttı. Bunun yanında yerli katma değerli ürünlerimiz ise döviz bazında daha ucuza ihraç etmeye başlamamız, bu ürünlere karşı dış talebi artırdı ancak o da ulusla pazarlarda azaldığı için yurt içi fiyatların artmasını sağladı. Rekabetçi Kur modelinin diğer tarafı faize karşı bir savaş şeklinde ortaya konuldu. Ancak MB politika faiz oranı her indirildiğinde, kamunun diğer kurumları(hazine, TVF, vb..) daha yüksek oranda borçlanmak zorunda kaldı. Bu durum hükümet bir taraftan faiz indirirken, diğer taraftan yüksek faiz bedelleri ödeyerek borçlanmaya itildi. Tabi ki faizin oluşturduğu yüksek maliyet, hazine kasasında para olmadığı için Türk Milletinin sırtına bindi. MB politika faiz indirimleri sonucunda oluşan negatif faizden de tabiki bankacılar ve üst elit grup kazandı. Ülke ekonomisinde dolarizasyon süreci hızlandı. Bu modelde olmadı.
Üçüncüsü “Çin Modeli” dendi. Çin gibi Türkiye’nin de ihracatını ve istihdamını artırarak ihracata dayalı bir sanayileşme politikası uygulanacağı aktarıldı. Ancak 2003 yılına kadar Türkiye’de Çin modeli olarak isimlendirilmese de bu modelin daha iyisi uygulanıyordu. Yerli katma değerli üretime dayanan bu modelden 2003 yılında vazgeçilmişti. Çin modelinin ne olduğu, nasıl uygulanacağı, hangi stratejilerini önceliğe alınacağı tartışılırken, modelden vazgeçildi. Çünkü Çin Modeli emeği sömüren, serbest piyasa yerine baskıcı devlet kapitalizminin en yüksek derecede uygulandığı bir anlayışın üzerine inşa edilmişti.
Dördüncü model olan “Yeni Ekonomik Model” söylendiği günün ertesinde yok oldu gitti.
Bunun yerine Beşincisi “Türkiye Ekonomik Modeli” ortaya kondu. Bu modelin ayrıntıları daha henüz netleşmedi. Ancak bu modelle uygulamaya geçirilen “Kur Korumalı TL mevduat” sistemi ile öncelikle gerçek kişilerin sonra bankacılık sektörünün hesaplarında olan dövizlerini Türk Lirasına geçirmeleri, verilecek faiz geliri ile kur farkları ile kazançlarının korunması teminat altına alındı. Başka bir ifade ile son üç aydır indirilen MB faizleri, dolaylı olarak tekrar yükseltildi. Bu hesaba geçen döviz hesabı sahiplerinin kazançları Türk Milletinin kesesinden garanti altına alındı.
Türkiye ekonomisi geçmiş yapısal sorunlarını dahi çözememişken, pandeminin yarattığı gelir ve servet kayıplarını yerine koyamamışken son üç aydır MB politika faiz indirimi ile başlayan ve dolayısıyla faiz yükseltmeyle sonuçlanan süreçte pek çok gelir ve servet kayıpları ile karşı karşıya kalmıştır. Bir hükümet yetkilisinin söylediği gibi “döviz kurlarının düşeceğini büyük patronlar bilir, bilmeyen küçük tasarruf sahipleridir” sözü son üç ayda yine kaybedenin Türk Milletinin önemli bir kısmı olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Türkiye ekonomisi, uygulanan politikalardaki yetersizliklerden dolayı elde ettiğini düşündüğü makro ekonomik kazanımlarının neredeyse tamamını kaybetmek üzeredir. Özellikle son dönemde ekonomik model çeşitliliği de, politika yapıcıların yeni çözümler üretmekte oldukça zorlandıklarını açıkça göstermektedir.
Türkiye’deki yerli katma değeri yüksek üretim eksikliği, artan bütçe açıkları, her geçen gün yükselen kamu ve hanehalkı borçları, artan maliyet ve hayat pahalılığı, döviz kurlarına baskı yapan döviz garantili anlaşmalar, yetersiz ihracat gelir artışı, çiftçinin toprağına küsmesi ve gıda arz güvenliğinin kaybedilmesi, artan yoksul ve fakir insan sayısı vb. sorunlar devam etmektedir.
Çözüm var mıdır?. Tabi ki vardır.
Cumhuriyetin temel değerleri üzerine inşa edilmiş; demokrasiden özgürlüğe, yargı bağımsızlığından temel hak ve hürriyete, eğitimden sağlığa ve nihayetinden ekonomiden toplumsal refahın artış sağlandığı, adaletli bir gelir dağılımının yeniden inşasının önceliğe alındığı bir “Türk Modeline” ihtiyaç duyulmaktadır.
Türkiye; Türk Lirasının değerinin korunduğu, enflasyon ve işsizliğin azaltıldığı, önceliğin Türk üreticilerine verildiği ve yerli katma değeri yüksek oranda olan üretimlerin daha fazla desteklendiği bir üretim modeline ihtiyaç vardır. Bu model ile çiftçi toprağı ile barışacak ve sanayici ise tekrar yerli katma değerli üretim için harekete geçecektir.
Prof.Dr.Mehmet Alagöz
ibrala.com yazarı