15 Nisan 2025 Salı
Kızılcık şerbeti dizisi, üç yıldır yayında olduğu için hemen herkesin dizideki karakterleri tanıdığını düşünüyorum. Diziyi düzenli izlemeseniz bile sosyal medyadan, aşinasınızdır.
Pembe hanım, namıdiğer Pinko dizinin ana karakterlerinden. Son iki bölümde Pinko rüzgarı esti. Dizideki kocası Apo, Pinko’yu ikinci defadır aldatıyor. Pinko kocasına sarmak yerine hemcinsine sardı.
Ortada bir aldatma varsa bu iki taraflıdır. Kadın suçlu, erkek masum mu? Yalnız Pinko bu sefer kocası Apo’ya okkalı bir tokat attı. Seyircinin “Yağları erimiştir” diye düşünüyorum. Pinko kocasına tokat attı atmasına ama sonrasında yine hemcinsine saldırdı.
Pinko, kocasının kendisini aldattığı; Işıl, karakterine yapmadığını bırakmadı. Ağza alınmayacak hakaretler etti. Saçından tutup yerlerde sürükledi. Apo tüm bunları sadece izledi.
Pinko kocası eve dönsün diye yalandan hastalandı. Nispet olsun diye doğum günü partisi düzenledi. Işıl boş durmayıp intikam planı yaptı. Ve sanırım Işıl onu zehirledi devamını haftaya izleyeceğiz.
Diziyi gerçek hayatla karşılaştıracak olursak; erkek egemen toplumda yaşadığımız için hemen hemen aynısı oluyor. Erkektir elinin kiridir mantığı hakimdir. Kadın her seferinde kocasını affeder. Diğer kadın suçlanır.
Günümüzde kadınlar ekonomik özgürlüğünü kazandığı için evlilik ve ilişkiler aldatma yüzünden bitebiliyor. Artık kadın her şeyi sineye çekmiyor.
Aldatma, psikolojik şiddet, fiziksel şiddet, hakaret, mobbing… varsa evliliği sürdürmek neden? Toplumumuz, aşılamayan sorunlara rağmen ısrarla evliliğini sürdürür. Tabi ki kimse boşanmak için evlenmez. Aşk, sevgi, mutluluk, huzur, dayanışma için evlenilir. Bunlar eksikse uzatmak neden?
Ekonomik kayıp yaşamamak, yalnız kalmamak, çocuk, aileler, toplum daha birçok sebepten evliliği zoraki sürdüren insanları anlayamıyorum. Aynı evin içinde başka başka hayatlar yaşamaktansa, dürüstçe yolları ayırmak en doğrusu. Pinko gibi inatlaşmaya, hırsa ne gerek var. Olmuyorsa olmuyordur.
Sevginin, saygının bittiği, aldatma, kavganın olduğu bir evde sağlıklı çocuk yetiştirilemez. Her gün acı çekmektense bir kere acı çeker hayatına devam edersin. Mutsuz bir evliliği sürdürmek, boşanmaktan daha zordur.
Bizim toplumumuz boşanmayı da beceremiyor. İlla son noktaya gelinecek. İlla yüz yüze bakılamayacak duruma gelinecek. Ondan sonra evlilikler bitiyor. Bir de maalesef çocuktan da boşanılıyor. Halbuki karı kocalık bitse bile anne baba olmak, devam eder.
Boşanmak isteyen kadınlar çok acıdır ki hayatlarından olabiliyor. Bir ilişki bir evlilik iki tarafın isteği ile devam eder. Tek taraflı hiçbir evlilik, ilişki yürümez. Yürüse de mutlu olunmaz.
Topluma sağlıklı bireyler yetiştire bilecekseniz evlenin. Baktınız olmuyor zorlamayın.
Atalarımız ne güzel demiş “Zorla güzellik olmaz”
Muazzez Toğrul
Özel günlerde yeni ile eskiyi karşılaştırmak adettendir. Geleneğe uyup yazmaya karar verdim. On günlük bayram tatilini geride bıraktık. Yazıyı yazdığım gün, ilk iş günüm. Bilgisayarımı açınca ilk bu yazıyı, yazmaya başladım.
Ben çok gerilere gitmeden, şu on günlük süreçte neler yaşadık ona değineceğim. Ülke gündemimiz bayrama görevden almalar, tutuklamalar, eylemler, gösteriler ve yine tutuklamalar ile girdi.
Siyasi konulara girmeyeceğim. Çünkü benim alanım değil. Bayramlar kavuşmak demektir. Ben en çok üniversitelerde yapılan eylemler ve bu eylemlerde tutuklanan öğrencilere üzüldüm. Gençler, bayramı ailelerinden uzakta geçirdi. Ailelere mi, Gençlere mi, kime daha zordu? Şüphesiz her iki taraf için de zor olmuştur.
Olayların nasıl geliştiğini, işin iç yüzünü bilmiyorum. Ama ifade özgürlüğü hakkı varsa öğrenciler neden tutuklandı? Bu gençlerin çoğunun tatilden sonra sınavları başladı. Sınava girememeleri demek belki de okullarının uzaması demek. Dilerim bir an önce okullarına dönebilirler.
Ülke gündemimiz o kadar hızlı değişiyor ki takip etmekte zorlanıyorum. Eskiden bu kadar gündem mi yoktu, vardı da biz mi bilmiyorduk?
Atalarımız “İnsan, insanın zehrini alır”, demiş. Bayramlar insanlarımız için fırsattır. Daha doğrusu fırsattı. Eskiden bayram olunca kentten köye, büyüklerin elini öpmeye gidilirdi. Mutlaka ata, dede ziyaret edilirdi. Şimdilerde ise ya tatile gidiliyor ya da evde dinlenerek geçiriliyor. Hani insan insanın zehrini alırdı? Hal böyle olunca bunalım, yalnızlık, bencillik, mutsuzluk kaçınılmaz oluyor.
En çok yeni nesil için üzülüyorum. Hadi biz bayramları, bayram gibi yaşayabildik. Ama yeni nesil bayramları, tabiri caizse sanal yaşıyor!
Bayramlar, dinimizce de önemlidir. Ziyaret, yeni kıyafet, yardımlaşma, ikram, hediyeleşme… Bayramlar tüm bu güzelliklere vesile oluyordu. Ama eve kapanınca bunlar ya olmuyor ya da eksik kalıyor.
Bayram demek çocuk sevinci demektir. Bayramlık giymek, bayram harçlığı almak, bayram şekeri toplamak en çok çocuklara yakışıyor. Kapımı çalan çocuklara bana bu sevinci yaşattığı için teşekkür ediyorum. Hala çocuk sevinci var. Hala umut var.
Bugün bayram
Erken kalkın çocuklar
Giyelim en güzel giysileri
Elimizde taze kır çiçekleri
Üzmeyelim bugün annemizi
Barış Manço’nun şarkısındaki gibi;
Üzmeyelim bugün anneleri!
Muazzez Toğrul
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, dünyayı bilmem ama yurdumuzda büyük bir coşkuyla kutlandı! Çiçekler, güzel sözler havada uçtu. Sosyal medyada kadını öven paylaşımlar yapıldı.
Kadın sanatçılar, çeşitli illerde konuşmalar yapıp, sahne aldılar. Kadınlar, el işi ürünlerini sergiledi. Kadınlara yönelik eğlenceler düzenlendi. Alışverişte indirimler uygulandı. Daha bunun gibi birçok etkinlik ve kutlamalar yapıldı.
Kutlamalar kadınlara hak ettikleri değeri vermek için mi yapıldı? Yoksa Yeterince değer verilmediği için mi yapıldı? Sadece göz boyama mıydı?
Kadına değer verilmek isteniyorsa; önü açılmalı. Çalıştığı işyerinde sırf kadın olduğu için mobbinge maruz kalmamalı. Eşit haklara sahip olmalı. Takdir edilmeli. Erkeklerden daha iyi olduğu zaman görmezden gelinmemeli; görülmeli. Bu daha iyi olma yarışı değil, hak ediş.
8 Mart’la aynı tarihlerde kayıp olan Ece Gürel adlı kadın ormanda bulundu. Hayatı ile ilgili bir detay dikkatimi çekti. Peyzaj mimarı Ece Gürel, eğer doğruysa çalıştığı iş yerinde mobbinge maruz kalıyor ve istifaya zorlanıyor. Akabinde eşiyle tartışıyor, ormanda yürüyüşe diye çıkıp, 4 gün sonra bulunuyor. Kaldırıldığı hastanede hayatını kaybediyor. Ece Gürel’i tanımam bilmem ama bildiğim bir şey varsa bir kadını canından bezdirmek kolay değildir. Canından bezdiyse de çok çok önemli nedenleri vardır.
Kadına değer veriyorsanız canından bezdirmeyin yeter. Normal, öyle düz yaşasın yani. Çok da bir şey yapmanıza gerek yok. Rahat bıraksanız yeterli olur.
Kadın boşanır, hayatına devam eder. Kadın doğurur daha bir güçlenir. Kadın kocasını kaybeder, hayatına devam eder. En zoru evladını kaybetmektir, yine hayatına devam eder. Hastalanır, hayatta kalmaya çalışır…
Kadın, merhameti iyileştiricidir. Sevgisi eşine, çocuğuna, yakınlarına, çevresine ilaç gibidir. Ama kendinin de saçı okşansın, gözlerinin içine bakılsın, güzel sözler söylensin ister. Kadının en zayıf yönü ilgi ihtiyacıdır. Sevdikleri takdir etsin, yaparsın, sen başarırsın desin. İşte o zaman, kadının üstesinden gelemeyeceği zorluk yoktur.
Kadın, toparlayıcıdır. Babalar ölünce; çocuklar, anne evinde toplanmaya devam eder. Anne hayatta olduğu sürece, ocak hep tüter. Kadın ocaktır, ailedir.
Kadınların övülmeye değil normalleşmeye ihtiyacı var. Kadın toplumun parçası. Erkekler, çocuklar gibi onlarda normal bir birey. Kadını ayrı bir yere konumlandırmaya gerek yok.
Kadını, toplum rahat bırakırsa. Kendi yolunu bulur. Destek olunmuyorsa, köstek olunmasın yeter. Kadın çalışkandır, başarır. Güvenilsin yeter ki üstesinden gelemeyeceği şey yoktur. Cumhuriyet, kadının yolunu açmıştır. Kazanımlarımız artarak devam etmelidir.
“Şuna inanmak lazımdır ki. Dünya üzerinde gördüğünüz her şey kadının eseridir.”
Mustafa Kemal Atatürk
Muazzez Toğrul
Duygular insan olduğumuzun göstergesidir. Duyguları gökkuşağının renklerine benzetiyorum. Sarı, kırmızı, turuncu, mor, yeşil, mavi…Mutluluk beyaz, hüzün siyah, öfke kırmızı, heyecan turuncu, asalet mor, umut mavi, rahatlık yeşil… Siz ne dersiniz?
Duygular, en iyi jest ve mimiklerle anlatılır. Hislerimiz beden dilimize yansır. Sinirlenince kaşlarımızı çatar, mutlu olduğumuzda ağzımız kulaklarına varır.
Duygu, insanı uçurabildiği gibi yerin dibine de batırabilir. Aşık olur uçarsın, öfkeyle ağzından bir söz çıkar yerin dibine batarsın.
Hayat denge ister duygu mantık dengesi. İkisinden biri ağır basarsa pişmanlık kaçınılmaz olur. Meslek seçerken sadece üniforma giymeyi sevdiğiniz için seçim yaparsanız sonu hüsran olabilir. Meslek seçiminde akıl, devreye girmeli ki seçiminiz sizi mutlu etsin.
Milletçe duygusalız, benim gibi orta yaş grubu hepten duygusal. Ama yeni nesil bizim gibi değil hayatı daha ciddi yaşıyor! Duygusallıkla pek işleri yok.
Yeni aşık olmuş genç elinden telefonu düşürmüyor, süslenmeler, boyanmalar… Bir bakmışsın ayrılmış. Aşk acısı çekiyor ama bu acı yerini çok hızla, başka aşka bırakıveriyor. Belki zamanla oturacak duyguları. Hal böyle olunca duyguların anlamı kalmıyor. Duygu var ama yok gibi. İçi boşaltılmış sanki.
Zamanla duygu kalmayacak diye korkmuyor değilim. Teknoloji çağında bencilleştik. Ya ilerde makineleşir duygularımızı yitirirsek. Tıpkı George Orwell’in “1984” adlı romanında anlatılan kahramanlar gibi…
Duygular, en iyi şiir ve müzikle anlatılır. Bir şiir okuruz, şarkı dinleriz tam da beni anlatmış deriz. En çok sevdiğimiz kitaplarda, kendi duygusallığımızı bulmuşuzdur.
Edgar Allan Poe’nin “Annabel Lee” şiirini dünyaca ünlü yapan, duygudur.
Senelerce senelerce evveldi,
Bir deniz ülkesinde,
Yaşayan bir kız vardı bileceksiniz
İsmi; Annabel Lee
Hiçbirşey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni.
Yunus Emre, Fuzuli, Nazım Hikmet, Cemal Süreyya, Edip Cansever, William Shakespeare, Pablo Neruda… adını sayamadığım daha birçok şair duyguları içeren şiirleriyle ölümsüzdür.
En iyi arkadaşımız, sevinçte, acıda bizi anlayandır. Milletleri millet yapan acıda tasada birleşmesidir. Duygularımızla hem bir olur hem de ayrı düşeriz.
İnsanoğlu var olduğu sürece duygular hep olacaktır.
İnsanoğlu var olduğu sürece duygular hep olacak mı?
Muazzez Toğrul
Kurallar, toplumun huzuru, refahı, devamı, güvenliği için olmalıdır. Kurallara uyulmazsa sonunda yaptırım uygulanır. Kendini kontrol edemeyen toplumun bireylerine caydırıcılık açısından konulur. Yaptırım uygulanmazsa kurallar işe yaramaz.
Ailede yatma saatine uymayan çocuk bilgisayarda oyun oynamaktan men edilir. Sevdiği oyundan mahrum bırakılır. Bu tatlı ceza olmazsa, ufaklık, geç yatmayı huy edinip, sağlıklı büyüyemez.
Okula başlayan çocuklar geç kalınca yok yazılır. Aileye bilgi mesajı gönderilir. Önlem alınıp alışkanlık haline getirmesin.
Kurallar birey ergen olduğunda, devam eder. İlkokulda sadece yok yazılan öğrenci, ortaöğretimde geç kalmayı alışkanlık haline getirirse uyarı alır, sistemde cezası görünür. Ortaöğretimde her kural ihlalinin, karşılığı vardır. Örneğin arkadaşına şiddet uyguladı, diyelim okuldan geçici olarak uzaklaştırılır. Okul siciline işlenir tekrar etmezse, bir yıl sonra kaldırılır. Amaç genci hayata hazırlamak, sorumluluk bilinci vermektir.
Yetişkin olduğu halde kurallara uymayı beceremeyenler için ceza sistemi yine devreye girer. Arabayla hız sınırını aşarsa para cezası alır. Yaralanma ya da ölümlü kazalarda ceza hapis yatmakla bile sonuçlanabilir.
Kurallar toplumun selameti için gereklidir. Yazılı kurallarla birlikte, yazılı olmayan örf adet gelenek görenekten gelen kurallarda vardır. Örneğin; cenaze evin de sesli gülünmez yazılı olmayan kuraldır.
Kendini gerçekleştirmiş, eğitimli, otokontrollü bireyler, kurallar olmadan yaşar. Eğitimden kastım örgün eğitimden alınan diploma değildir. Kendi sınırlarını bilen başkalarının alanına girmeyen, hiç kimseye hiç bir canlıya zarar vermeden yaşayabilen insanlardır.
Okulda, hastanede, trafikte, sokakta… İnsanımızın kurallara uymasını bekleriz. Kurallara uyuluyor zannederiz. Kuralın çok olduğu toplumlarda kuralların çiğnendiğini daha çok görürüz. Çok kural, çok ihlal anlamına gelir
Kural koymak yetmez. Kurala ihtiyaç duymayacak birey yetiştirmeliyiz. Önce kendimizden, yakın evremizden başlayarak. Hiç bir şey yapamıyorsak kendimiz davranışlarımızla örnek olmalıyız. Kurallara uyuyorken uymayanlar bizi çileden çıkarabilir. Bu tuzağa, düşmemeliyiz. Otoyolda giderken sollama yasağına uymayan, ağır taşıtların sollamaya yapmasına hazırlıklı olmalı, bizi çileden çıkarmasına müsaade etmemeliyiz.
Kurala gerek olmayan toplumun inşası için çok çalışmalıyız çok. Öylede olsa pes etmek yok hayat böyle.
Mevlana’nın da dediği gibi ;
Yaşamak direnmektir,
Sevmek güvenmektir.
Muazzez Toğrul
ibrala.com