13 Ağustos 2025 Çarşamba
Okuduğum Elif Şafak’a ait kitaplar nedeniyle kitapsever arkadaşlarımla aram açıldı. Hatta tartıştık da diyebilirim.
Aynı arkadaşlar Orhan Pamuk okurken de tepki vermişlerdi. Ama Elif şafak okurken ipleri kopardık. Elif Şafak’ın bir röportajını ortak grubumuzda paylaştım. Adeta linç yedim.
Elif Şafak’ın söylemlerinden rahatsız olan arkadaşlar bana tepki koydular.
Bu iki yazarın söylemlerinden, düşüncelerinden rahatsız olup, onları yaftalamışlar. Beni de onların kitaplarını okuduğum için yaftaladılar.
Orhan Pamuk Nobel ödüllü yazardır. Elif Şafak ise kitapları elli dört dile çevrilmiş bir yazardır. Dünyanın tanıdığı ve okuduğu yazarlara burun kıvırmak neyin kafasıdır?
Madem kitapseversiniz, kendinizce çok kitap okuyorsunuz; dünyanın kabul edip okuduğu yazarlara ve onları okuyanlara saygısızlık yapmanızın nedeni nedir? Sevmeyebilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz, okumayabilirsiniz ama sanatına ve emeğine saygı duyulmalıdır.
Sanatın; dili, dini, ırkı yoktur. Sanatın kendisi sanat olduğu için değerlidir. Edebiyat ise en büyük sanatlardandır.
Elbette yazarı, eserinden ayrıştırılamaz. Yazar siz gibi düşünmüyor diye eseri yerden yere vurulamaz. Yazarın dünya görüşü eleştirilebilir ama ortaya koyduğu ürünü, eseri yani sanatı sırf yazarından dolayı hem de okumadan değersizleştirilemez.
Bu şuna benzer. Diyelim ki öğretmensiniz yaramaz mı yaramaz, kurallara uymayan bir öğrenciniz vardır. Yazılı yoklamada tam notu hak ediyordur ama siz ona yaramaz olduğu için zayıf not veremezsiniz. Hak ettiği not neyse onu verirsiniz.
Bizim gibi düşünmeyen farklı dünya görüşünde olan yazarların da eserleri özellikle okunmalıdır. Okumadan, bilmeden bir değer biçilemez. Elif Şafak da röportajında diyor ki kitabımı okumamış ama eleştiriyor.
Yaşanılanlar adı geçen yazarlar üzerindendi. Ama bu zihniyette olanlar yarın da başka bir yazar için aynını yapacaklardır. Yani bugün bu yazarlar yarın başka yazarlar. Sorun zihniyette, sergilenen tutumda, bakış açısında. Benim de dikkat çekmek istediğim asıl konu budur.
Bunu yapan kişiler üstelik de kitap okuyanlardır. Anlayacağınız durum daha da vahim. Okuduğundan çıkarımda bulanamıyorsan, okudukların seni değiştirip dönüştürmüyorsa boşuna okumuşsundur. Zaman kaybından başka bir şey değildir.
Sakın ha! Kitap okuyanları eleştirdiğim düşünülmesin, okuyup içselleştiremeyenleri eleştiriyorum. Kusura bakmayın bende sizi yerden yere vuruyorum. Kendi küçük dünyanızdan çıkın etrafınıza bir bakın dünya hızla değişiyor. Değişime ayak uyduramayanlar yok olmaya mahkumdur. Yerinde saymak ruhun ölümüdür.
Sanat; Beğenmeseniz de beğenmeseniz de vardır, var olmaya devam edecektir, asla yok sayılamaz.
Muazzez TOĞRUL
Barınma hem insanlar hem doğadaki tüm canlılar için zorunlu ihtiyaçlardandır. İnsanlar parası varsa konut satın alır. Başkasının sahip olduğu konutta para karşılığı oturana kiracı denir. Ev sahibi olanlar dertleri varsa kendileri yazar. Ben kiracılık konusunu ele almak istiyorum.
Ülkemizde kiracı olup sorun yaşamayan yok gibidir. Konut kiralanırken karşılıklı sözler verilir. Aslolan söz değil yazıdır. Nitekim söz uçar yazı kalır.
Kiracı olanın en korktuğu şey ansızın çıkarılma korkusudur. Ev sahibinden bu konuda söz alınır. Son yıllarda kira sözleşmesi de imzalanarak bir nevi teminat sağlanır.
Gelgelelim ev sahipleri; ev benim mantığıyla hareket ettiğinden sözleşme falan takmaz. Başlarda çok kibardırlar. Talep ettikleri zamların makul olmasını isterseniz falan durum değişir. Baştaki kibarlık gider yerini her türlü kabalık ve gözdağı vermeler alır.
Ev sahiplerinin kiracısını çıkartma bahaneleri; evi satılıktır, kendi oturmaya karar verir, çocuğu evlenecek oturacaktır… Her ne hikmetse bu bahaneler bir veya iki yıl içinde ansızın gelişir!
Asıl neden eski kiracı olarak verdiğiniz kira bedelinin, piyasanın altında kalmasıdır. Eski kiracıyı çıkartınca, yeni kira bedeli artacaktır. Çözüm olarak kira artışı teklif etmek genelde işe yarar.
Afaki kira artışını kabul etmez, kontratım var, çıkmak istemiyorum deme hakkınız vardır. Ev sahibi mülk benim tahliye kararı çıkartırım demekle tehdit eder.
Baktı ki kiracı çıkmayacak kendince taktik uygular. Evini alacak sahte müşteri bulur, yeter ki çıkın nakliye ücretiniz hatta ilk kiranız da bizden derler. Güya size iyilik yaparlar.
Kirasını ödediğiniz konut sizindir. Siz oturmaya devam ederken bir de alıcıların gelip eve bakmak istemesini anlayamıyorum. Biri bana bunu anlatabilir mi?
Kiracıları koruyan birtakım kanunlar var ama ev sahipleri ev benim mantığıyla hareket ettiğinden; kiracısına zorbalık yapar, çoğu kiracı uğraşmamak için ya çıkar ya da çıkmak zorunda kalır.
Son yıllarda artan kira fiyatlarını bir de taşınma bedelini katacak olursak kiracılar kolay kolay çıkmak istemiyor. Ayrıca kiracılığı devam edecekse başka eve taşındığında bile benzer durumlar tekrar edecektir. O yüzden taşınma çilesindense, ev sahibi çilesi tercih edilir.
Aklıma gelen çözümler; kiraladığınız evden siz istemedikçe beş yıl sizi çıkaramasalar mesela ne iyi olurdu. Beş yıl çıkmadınız diyelim beş yılın sonunda bir beş yıl daha uzatabilseniz daha da ala olur. Ev sahibi çocuğunu evlendirip başka eve oturtsun. Evini yıllar içerisinde kiracısına satsın. Devlet kiracıya kira desteği yapsın…
Yurt dışında insanlar gerçekten kira öder gibi ev sahibi olur. Yıllarca sabit ödemelerle sonunda oturduğunuz eve sahip olunur. Bir anlamda evi devletten kiralamış oluyorsunuz. Evin bedeli kadar kira ödediğinizde ev sizin oluyor.
Bizim ülkemizde de neden olmasın? Biz bunu hak ediyoruz.
MUAZZEZ TOĞRUL
Yaz tatili; okulların kapalı olduğu, memur, işçi tüm çalışanların genellikle izinlerini yaz mevsiminde kullandığı dönemi kapsar, tüm öğrenci ve çalışan kesimin iple çektiği günlerdir.
Tatil; bir yerlere gitmeliyim, herkes gidiyor bende gitmeliyim düşüncesiyle mi yapılır?
Yoksa dinlence olsun, kendimizi yenileyelim, keşfedelim, öğrenelim, yeni arkadaşlıklar edinelim düşüncesiyle mi yapılır?
Her ne için yapılırsa yapılsın sizi iyi hissettiriyorsa yapılabilir.
Memur kesimi, genelde tatilini kıştan alıp ya yazın sahillere akın eder ya da yurt dışı turlarına katılır.
Son dönemlerde yazın Yunanistan’a kışın Mısır’a gitmek çok moda oldu. Nedeni ise hem ucuz olduğu için hem de vize kolaylığından dolayıdır. Tatilinizi bu iki ülkeden birine planladığınızda hem yurt dışına çıkmış hem de deniz imkanından faydalanmış olursunuz. Anlayacağınız bir taşla iki kuş vurulur.
Tatilde başka illerde özellikle sahillerde yaşayan arkadaşlar, akrabalar önem kazanır. Aranır müsaitlik durumu sorulur. Birlikte tatil planı yapılır. Gelen arkadaş ya da akrabaya antik kentler, ören yerleri gezdirilir, birlikte denize girilir, varsa çocukları kaynaşır…
Sosyal medyada tatil fotoğrafları paylaşılırken, yılların eskitemediği arkadaşlıklara vurgu yapılır. Eğer akrabaysanız aile olmanın güzelliği ön plana çıkarılır.
Bu arada arkadaş ve akraba yanında yapılan tatili bir de evinde misafir ağırlamak zorunda olana sormak gerekir. Evinde misafir ağırlayan tatilini, misafirle ilgilenerek mi geçirmek ister? Yoksa kendi gönlünce mi geçirmeyi ister?
Elbette sevdiklerimizle olmak, birlikte zaman geçirmek güzeldir. Ama tatil karşı tarafa yük olmadan yapılmalıdır.
Köylerde yaşayan insanımız bile denizine gider. Elbette köylünün de tatil yapmak hakkıdır. Mersin sahilleri genelde İç Anadolu’nun kentlerinden ve özellikle köylerinden gelenlerle doludur.
Bugün teknoloji ve sosyal medya sayesinde köy, kent ayrımı çok da kalmadı zaten. Herkes her şeyi görüyor, biliyor öğreniyor!
Sanatçı, iş adamı, tüccar kısaca zengin kesimin ucuz tatil gibi dertleri yoktur diye düşünüyorum. Canı ne zaman isterse yaz kış fark etmez tatil ona gelir yeter ki istesin!
Canı isterse yurt içine, canı isterse yurt dışına gider. Canı isterse kışın kayak, yazın deniz artık paşa gönlü ne isterse. Para olunca önceden plan yapma ucuza getirme derdi de yoktur. Yeter ki zaman bulsun para var nasılsa.
İster otel, ister apart, ister pansiyon, ister kamp alanı, ister ev, ister arkadaş yanı, ister akraba yanı… Her bütçeye uygun tatil seçeneği vardır.
Canınız istiyorsa yapın tatilinizi, içinizde kalmasın!
“O halde herkese İYİ TATİLLER!”
Can sıkıntısı; hayatın boş, anlamsız, amaçsız, yavaş, sıkıcı, hiç geçmeyecekmiş gibi hissedilmesidir.
Neden böyle hissedilir? Yalnız bu iç sıkıntısı fiziksel değil, hislerle ilgilidir. Sıkıntının birçok sebebi olabilir. Yaşanmışlıklar, içinde bulunduğumuz an ve gelecek kaygısı…
Yaşanan olumlu ve olumsuz durumlar bir tortu bırakır. Geçmişimiz içinde bulunduğumuz anı hatta geleceğimizi de etkiler.
İnsan hayatı, yaşanmışlıklarla doludur. Bazen olumlu durumlar ağır basarken, bazen olumsuz durumlar ağır basar. Olumsuz anlar can sıkıntısının başlıca sebebidir.
Sevdiğimize kavuşur mutlu oluruz, işe başlar havalara uçarız, çocuğumuz okulundan mezun olur, içimiz sevinçle dolar…
Bir yakınımızı kaybeder üzülürüz, kazancımızı kaybeder, dünyanın sonu geldi sanırız, sevdiklerimizle sorun yaşadığımızda hüzünleniriz…
Hayat inişli çıkışlıdır. Hiç kimsenin hayatı her zaman tıkırında gitmez. Bazen iyi, bazen kötü. Mutluyken zaman hızlı geçer. Acı yaşanırken zaman adeta durur.
Acı da tatlı da olsa her şey geçicidir. Acı çeke çeke geçer. Mutluluk hiç bitmesin istenir ama mutlulukta geçer. Ölümün bile acısı geçer. Sahip olduklarımız ilk önce mutlu eder ama sonra sıradanlaşır.
Yaşarken hiç bitmeyecek gibi gelen her şey er ya da geç biter. Yaşanan durum ne olursa olsun değişir. Değişmeyen tek şey değişimdir. Değişimi bilmek hem rahatlatır hem üzer. Üzgünseniz geçmesiyle teselli bulursunuz, mutluysanız geçmesine üzülürsünüz.
Dünyanın başka yerlerinde yaşayan, dilini bile bilmediğimiz insanların da canı sıkılıyordur. Çünkü duygular evrenseldir.
Hollanda’ya gittiğimde metroda insanları gözlemlemiştim. Canı sıkılanlar ve sıkılmayanlar beden dilinden anlaşılıyordu.
Canı sıkılan insanın; suratı asık olur, gözlerini kaçırır, yorgun görünür. Canı sıkılmayanların; yüzü güler, gözleri bile güler, canlı, enerjik durur. Yani beden dilimizden canımızın sıkılıp sıkılmadığı anlaşılır.
Can sıkıntısını gidermenin yolu kişiden kişiye değişir. Nasıl geçer can sıkıntısı? Geçeceğini bilmekle, müzik dinlemekle, film izlemekle, hareket etmekle, ibadetle, dertleşmekle, yazmakla, okumakla ve daha birçok yolla geçebilir.
Canınız sıkıldığında; şunu unutmayın er ya da geç geçecektir.
MUAZZEZ TOĞRUL
Akraba, kısaca kan bağıyla birbirine bağlı olan kimseler anlamına gelir. Anne, baba, çocuklar birinci dereceden; kardeşler ikinci dereceden; amca, dayı, hala, teyze üçüncü dereceden akrabalarımızdır.
Akrabalar birbirini tanır, güçlü ve zayıf yönlerini bilir. Güçlü yanlarınız “Maşallah “sözüyle geçiştirilir. Ama zayıf yönleriniz öyle mi? Argo tabirle en iyi lafı akrabalar sokar. Çünkü sizi iyi tanırlar.
Ev alırsınız akrabalarınız inceden inceye sorarlar. Fiyatını, kaç metrekare olduğunu, kaçıncı kat olduğunu merak edip sorar da sorarlar. Araba alırsınız; aynı şekilde fiyatı, modeli, rengi, genişliği dahil her şey konuşulur. Konuşmalar onların merakını giderene kadar devam eder. Ama sonunda mecburen hayırlı olsun deyip geçerler.
Eviniz, arabanız yoksa hala kirada oturuyorsanız halinize acınır. Akıllar verilir. Tutumlu olmanın yolları anlatılır.
Akdeniz, Ege sahillerinde yapılacak olan lüks tatil konuşulur. Tatil kıştan alındıysa ucuza getirdik diye övünülür. Yeni yerler keşfetmekten, kültür gezilerinden bahsedilmez.
Çocuğunuzun hangi okula gittiği, hangi bölümü bitireceği, iş imkanı, kazanacağı para merak edilir. Tıp fakültesi, mühendislikler yüceltilir. Eğer çocuğunuz edebiyat, sanat, spor gibi bir dalda ilerlemek istiyorsa iş bulup para kazanamayacağı düşünülür.
Gençler artık bu akrabalardan kaçıyor. El bebek gül bebek yetişmiş kırılgan gençlik, bırakın eleştirilmeyi soru sorulmasına bile tahammül edemez. Genç akrabalarınıza kendinizi sevdirmek istiyorsanız daha temkinli olmalısınız. Yoksa onların yüzlerini bir daha hiç göremeyebilirsiniz.
Akrabalar; edebiyattan, sanattan, spordan neredeyse hiç konuşmaz. Varsa yoksa para pul, ev, araba, tatil …
Demem o ki insanların fikri neyse zikri de odur. Dünyasında ne varsa onu konuşur. Başka toplumlarda da bu konuların konuşulup konuşulmadığını doğrusu merak ediyorum.
Bayramlar, her dereceden akrabanın bir araya geldiği özel, günlerdir. Bayram demek çalışanlar için tatil de demektir. İşten güçten görüşmeye zaman bulunamayan akrabalarla bayramlarda görüşülür. Akrabalara ziyaretler yapılır, gidilir gelinir.
Ha! Bu arada, çocuklara bayram harçlığı verileceği zaman kimin gönlü daha zengin ortaya çıkar.
Akrabalarımızın içinde sevdiklerimiz olduğu gibi sevmediklerimiz de vardır. Sevmesek bile görüşmek zorunda kalınır. Bayramda olmazsa cenazede, cenazede olmazsa düğünde… İllaki bir yerlerde karşılaşılır. Akraba ile görüşmeyi kesmek zordur hatta imkansız. Küsseniz bile ne yapar eder diğer akrabalar sizi barıştırır.
Ne akraba ile ne de akrabasız… En iyisi akrabalarla yaşamayı öğrenmek.
Muazzez TOĞRUL