07 Şubat 2020 Cuma
Karaman’dan köyüm, o yıllardaki adı ile İbrala’ya girildiğinde, Aşağı Camiyi geçtikten hemen sonra, şu anda Belediye olan binaya varmadan, sağa sapan Ağalar Sokağı’nın tam karşısında, Şoför Mustafa ve Karaoğlan Mehmet’in ataları Hacı Ali Ağa’ya ait, yüksekçe, birbirine bitişik, binalar topluğu vardı. Belediyenin önünden geçen ve köyün sonuna, sonra da (Kızıllar) Başkale Köyüne devam eden, o günün koşullarına göre geniş sayılan bu yolun kenarlarında da, bir nahiye müdürünün diktirdiği, akasya ağaçları bulunuyordu. Yukarıda bahsi geçen binaların hemen duvarlarına dayanmış, genişçe kalınlıkları ve epeyce de uzunlukları bulunan, üzerlerine oturulduğu zaman 25–30 kişiyi alabilen, yuvarlak ağaç kütükleri yer alırdı. Binanın kapıları daha ziyade başka yönde olup, mesken olan ikinci katların pencereleri yola bakıyorlarsa da, pencerelerin hemen altında iki büyük asma (Çıbık) ağaçlarının kolları, demin bahsettiğim kalasların üzerlerini tamamen kaplayarak, adeta bir çardak oluştururlardı.
İşte bu asma ağacının altı o günlerde köyümüzdeki adı ile ÇIBIĞIN ALTI diye anılırdı.
Traktör ve buna benzer makinelerin olmadığı o yıllar, uzun yaz günlerinin ağır ve yorucu işlerinde gün boyu çalışan köy halkının, akşama doğru biraz nefes alıp serinlemek, o gün köyde olanların havadisini almak, ertesi gün işinde beraber çalışmak için yevmiyeci veya keşikçi bulmak, en önemlisi de, oranın müdavimlerinin, nükteli sohbetleriyle bir parça da olsa yorgunluğunu unutmak için buraya uğrarlardı.
Ah keşke zamanı ve mekânı, yani o gün ve insanlarını bugüne getirebilme, orada geçen konuşmaları bilhassa nükteli, hicivli sohbetleri tekrar yaşayabilme imkânımız olabilseydi. Hele hele, o havayı ve sohbetleri bugünkü yeni nesile olduğu gibi aktarabilseydik. Ben eminim ki; bugünkü gençlik dâhil, bütün insanlara maddi yönden olmasa bile, manevi yönden yorgun, ümitsiz gönüllere ve zamanın amansız hastalığı strese en büyük şifa kaynağı olurdu.
Burada; aynı zamanda halk arasındaki ufak tefek şikâyetler de dinlenir, muhtar ve azaların yardımı ile, hemen oracıkta halledilir, tatlıya bağlanırdı. Ancak, deminde belirttiğim gibi, buranın esas mevzuu; mizah, nükte, esprilerin gırıla gittiği, kahkahaların ta uzaklardan duyulduğu bir yerdi.
Çıbığın Altının daha önceki yıllarda da olduğu muhakkak. Çünkü o eski yıllarda kahvelerin henüz revaçta olmadığını, akşamları yaşlı kimselerin “oda” adı ile anılan yerlerde toplanıp, yatsı namazına kadar orada sohbet ettiklerini hatırlarım.
Aklımın ermeye başladığı 1940 yılından, 1955 yılına kadar geçen süre, buranın yani Çıbığın Altı’nın en kalabalık, şaşaalı ve ikbali parlak günlerini yaşadığı yıllar olmuştur. Gerçi 1944 yılında ben köyden ayrılmış bulunuyordum ama, Çıbığın Altının 1955 ve daha sonraki yıllarda da devam ettiğini bilirim.
Burada bazen çok ciddi ve son derece saygılı saatlerin yaşandığı da olurdu. Gördüğüm ve hatırladığım kadarı ile, o yılların önemli olaylarından İkinci Cihan Savaşı yıllarında köy muhtarlığına Devlet tarafından gönderilen ve akü ile çalışan radyonun akşamüzeri verdiği “Ajans haberleri” adı altındaki haber saatleri de burada dinlenirdi.
İşte o saatler topluluktan çıt çıkmaz, herkes, pür dikkat radyonun verdiği savaş haberlerini dinler, sonra da, ağzı laf yapanlar, oradakilerin anlayacağı şekilde açıklayarak anlatırlardı.
Buradaki topluluğa o yıllarda çok sevilen ve sayılan kişilerden, öğretmenler, ender olarak da, nahiye müdürü katılırdı. Onların olduğu saatlerde de, burası ciddi saatler yaşar, onların konuşmaları, büyük bir dikkatle dinlenirdi
O yıllarda köyün renkli kişilerinden adlarına “Deli Elif”, Deli Hüseyin” ve zayıf, çelimsiz, lakabına da “Haşhaş” denilen, İbrahim adında, sessiz birisi vardı. Yani, Elif o yıllar kolay ulaşım olmadığı için, Karaman’ı henüz keşfedemediğinden köyde bulunuyordu.
Elif köy halkının verdiği ufak tefek yadımlarla geçinir, akşamları da, birinin seki altı tabir olunan yerinde, mitilinin içinde yatar, sabahleyin uyandıktan sonra da, bilinen yaşamına devam ederdi.
O’nun en önemli özelliklerinden biri de; kızdığında, karşısında kim olursa olsun, hiç ağza alınmayacak, ağır küfürleriydi.
Hüseyin’e gelince. O’na nasıl deli diyorlardı bilmem. Gerçi normal bir insanın tüm yaptıklarını yapamazdı ama o yıllarda iki bine yaklaşan köy nüfusunun hemen hemen tamamının ismini ve hatta soyadlarını bile sayardı.
Köye gelen her yabancı, Avrupa’dan veya başka yerlerde görevli olup da köye dönen herkese uğrar. Hoş geldin der, bahşişini alır ve hemen oradan ayrılırdı. Buna da “Makbuzu kestim” derdi.
Ancak, topladığı paraları Elif karşısına çıkmadan emniyetli bir yere ulaştırması gerekirdi. Yoksa Elif; “Çıkar lan paraları” dediğinde, Hüseyin korkusundan cebindeki paraları ona verirken, “Al Elif aba, al hepsini al” der ve cebindekilerin tamamını O’na verirdi.
İşte yukarıda ismi geçen Çıkığın Altı’nda, çokça Elif ile Haşhaş İbrahim bir araya getirilir, onlar bir birine tutuşturulur ve orada olanlarda, onların konuşma ve hareketlerine gülmekten kırılırlardı.
Köyde bulunduğum bir gün, ikindi üzeri evimize kadar gelen kahkaha seslerini duyduğumdan, oraya ben de yaklaştım. Gördüğüme göre; rahmetliler Belediye Başkanı Kadir Alpelli başta olmak üzere, köyün kalburüstü şahıslarından 25–30 kişi, yine orada yani Çıbığın altında toplanmışlar, Elif ile Haşhaş’ı da aralarına almışlardı.
Haşhaş, Elife “Al gız şu gorayı. Git, ben gelinceye kadar evi temizle, yemeği yap” dediğinde, Elif, pür hiddet ve yüksek bir sesle “Senin evini de, seni de” diye başlayan, o meşhur küfrünü savururken, bütün gücüyle, Haşhaş’a saldırıyor, ancak, ikisi arasında bulunanlar, Elif’in elini tuttukları için, hücumu boşa giderken, oradakiler de kahkahalarla gülüyorlardı.
Yine, birinin Haşhaş’ın kulağına fısıldadığı, Haşhaşın da, Elif’e yüksekçe bir sesle “Sobayı yaktıktan sonra üzerine su güğümünü koymayı da unutma. Akşam çimeceğiz” demesi üzerine, Elif, bu sefer biraz ağırdan alan aradaki şahsın boş bıraktığı yerden Haşhaş’a bir iki yumruk atmış, zavallının burnu kanamıştı.
Kahkahalar devam ederken, toplanan bahşişler kendilerine verildiğinde, ikisi de hayatlarından memnun olarak oradan ayrıldılar.
Son yıllarda artık kahvehaneler de çoğaldığından, Çıbığın Altı da özelliğini kaybetmiş ve tamamen unutulup gitmişti. Ancak oranın hemen karşısında köşenin başındaki dükkânda, lakabı Dom Osman olan, rahmetli Osman İpek dal dayı, manifatura dükkânı açmıştı.
Arkadaş ve yoldaşları, yine rahmetliler Topal Musa, Azılı, Kıyıcı İbrahim, Hacı Alilerin Osman ve babam Bevvap Mustafa ve bunların sohbetlerini seven köyden kişilerdir. .
Dom Osman’ın dükkânındaki, sohbet ve şakaların da, o eski Çıbığın Altı sohbetlerini aratmayacak kadar güzel olduğunu söylerler
Sanırım o dükkân Osman dayının vefatından beri kapalı ve sessiz. Sanki o eski şen ve şakrak misafirlerinin özlemin hüznünü yaşıyor gibi.
O Muhterem kişilerin de birazı köyde birazı da Karaman mezarlıklarında şu anda Maşere kadar sessiz, huşu, sükûn içinde derin uykularını uyuyorlar.
Bizden tek is tekleri hayır dualarla anılmalarıdır. İstedikleri çok mu?
Selamlarımla.
Tevfik DEMİR
Konya’daki Yeşildereli
.