casibom jojobet giriş jojobet Casibom holiganbet giriş casibom giriş Casibom casibom casibom giriş CASİBOM holiganbet Casibom Giriş casibom casibom güncel giriş casibom güncel Casibom Casibom holiganbet holiganbet casibom güncel giriş
h Dolar 34,5501 % 0.25
h Euro 36,4859 % 0.25
h Çeyrek Altın 5.067,00 %0,21
h BIST100 9.148,14 %1,29
a İmsak Vakti 02:00
Karaman 10°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
KARAMAN HABER
KARAMAN HABER
Tevfik DEMİR

Tevfik DEMİR

07 Şubat 2020 Cuma

Yeşildere’deki İmam Bağları

Yeşildere’deki İmam Bağları
0

BEĞENDİM

ABONE OL

akkopruAdını hangi imamdan aldığını, ne zamandan beri oraların bağ olarak kullanıldığını bilemediğim, çoğunluğu üzümden oluşan ürünü ile “İmam Bağlarımız” köyün Güneybatısında, Karşıyaka Değirmeni’nin hemen yanından batıya uzanan bir yokuşu çıktığınızda, ilk kısmına ulaştığımız, yüksek sayılan bir sırttan dereye doğru meyilli, Nalıma mevkii yakınlarına kadar uzanan bir arazide kurulmuş olup, üzümün her çeşidinin yetiştirildiği, köyün o yıllar çok önemli bir besin kaynağı olan pekmez ihtiyacını karşılayan bir arazi parçasıydı.
Köyün içinde Aşağı Değirmen arkından, Dere Köprüsüne kadar olan yolun sağında, bugünlerde spor sahası olan yerler de dahil, ta Aşağı Değirmene kadar, köy ile dere arasına da “Bağaltı” denilirdi ki, bu nedenle de, derenin karşı sırtları, yani döşemeye kadar olan arazilerin de, vaktiyle, bağ olduklarını sanırım.. Yani çok eski yıllarda köyün kuzeye bakan sırtlarının tamamının bağ olduğu anlaşılır.
Şeker’in yurdumuzda Cumhuriyetin ilk yıllarda üretilmeye başlandığını biliyoruz. Daha önceleri ise büyüklerimden dinlediğime göre; çokça Rusya’dan veya Hacca gidenlerin dönüşlerinde, develerin sırtında getirdikleri, adına da “Kelle şeker” denilen bu şekerlerin kırılarak parçalanıp, o yıllardaki tartı birimi okka, dirhem satıldığını duymuştum.
Pekmezin çok eski tarihten beri bilinen önemli bir besin maddesi olduğu muhakkaktır. Şekerin bilinmediği, bilinse bile yoksul halkın o yıllarda pahalı olan şekere ulaşamaması, pekmezin önemini daha da arttırır.. Bütün bunlara ilave olarak; beldenin İslam’dan önceki sakinlerinin Hristiyan, Yahudi ve diğer dinlerden olduğunu, bunların çok sevdiği Şarabın üzümden yapıldığını da unutmamak gerekir.
Bu da gösteriyor ki İbrala’nın yukarıda adı geçen ve daha başka yerlerinde yoğun bir şekilde bağcılık yapılmış, ama bize kadar ulaşabilen yalnız İmam Bağlarıydı. İmam Bağları’nda bağımız yoktu ama, Yukarıdere’deki bahçelerimiz ile, Döşeme’deki bağımızda, bu işte epeyi hevesli ve becerikli rahmetli babam tarafından yetiştirilmiş üzümlerimiz vardı.
Köyde Öğretmen vekilliği yaptığım 1956 yılı baharında, İmam Bağında okula ait bağda, okulun o yıllardaki öğretmenleri Yollarbaşı kasabasından değerli eğitimci başöğretmen rahmetli Numan ve Mut ilçesinden Asım adındaki öğretmenler ve okulun öğrencileri ile giderek o bağda budama ve çapalama işini yaptırmıştık.
Köyden birçok kişinin İmam Bağında bağları vardı. Şu anda Allahın rahmetine kavuşmuş lakapları ile Osman Hocalar, Gafar Ömer, Kâküllü Dayı, Topal Musa, Kel Veli, Hacı Alilerin Osman, Yeşilağa Mehmet, Sümüklü, Alpelli’ler, Hıralar, Karaalinin Emin, Kellecilerin Ömer ve Akkuş Ahmet’leri hatırlarım ki, bunlar o bağ sahiplerinin yüzde biri bile değildi.
Orada ufak tefek pınarlar varsa da, en büyük pınar ve hatta sahibinin Zambırlar’a ait olduğunu sandığım Kocabağ denilen bağdaki kaynaktı. Oranın sakinlerinin çoğu içme ve kullanma suyunu buradan alırlardı. Bu kaynağın etrafında kavak ve daha başka ağaçların olduğunu biliyorum. Diğer bağlarda ise üzüm asmasının kökleri gibi kökleri derinlere indiğinden sulamaya gerek olmayan kayısı, badem ve ceviz gibi ağaç çeşitleri vardı.
Bağ sahipleri; baharda çoluk, çocuk o yıllarda taşımacılıkta en yoğun kullanılan cefakâr merkeplerine binerek bağlarına varır, bilenler budama işini diğerleri de, bel veya çapalarla toprağı işler, bağ çubuklarının diplerini açarlardı..
O yıllarda Batı Anadolu’dan doğuya doğru yayılan adına da Floksere denilen hastalık oraya henüz gelmemişti, ama külleme hastalığı çoktan geldiğinden, belli zamanlarda kükürtleme işlemi yapılır, bu işlem hastalığın derecesine göre tekrarlanırdı.
Üzümler yaz aylarında benleşmeye başlar, güzün de olgunlaşarak yeme durumuna geldiğinde, bağların hırsızlardan, bağ sahiplerinin verdiği ücretle hasat zamanına kadar, bir bekçi tutularak korunurdu.
Çocukluğumda akran arkadaşlarımla geceleri üzümler olgunlaştığında burada en fazla bekçilik yapan Kel Mustafa’ya (Mustafa Yüksel) görünmeden üzüm yemeye gittiğimizi de hatırlarım.
Kış yaklaşırken köyde uzun ve meşakkatli geçecek bir kışa hazırlıkların başladığı son güz aylarında; halk hayvanlarının ve kendisinin yiyecekleri için hummalı bir çalışmaya girmiş, hayvanlarının yiyecekleri samanlıklara, kendisine ait temel yiyecek un ve bulgurluklar yıkanıp yukarı ve aşağı değirmenlerde öğütülmüş, damlarda kurutulmaya bırakılan ceviz, erik, kayısı ve tarhanalar yerlerine yerleştirmiş, kısır ve verimden düşmüş, sığır veya koyun cinsinden havanlarını etlik edip, ilgisine göre yerlerine yerleştirmiştir. Köyde bu günlere “Sayılı gün” veya “Kap kapan günü” de denirdi.
Bu cümleden olarak o yıllarda henüz Denircik, Kayaönü ve Ova denilen mevkilere göçülmeden önce, o kalabalık nüfuslu köyde, meyve ve sebze ihtiyaçları Yukarıdere, Aşağıdere ve Karşıyaka denilen mevkilerden karşılanırken pekmez ihtiyacının çoğu da İmam Bağı denilen yerdeki o üzüm bağlarından temin olunurdu.
Köyün yakınlarında bulunan bu mevkiler; bahar aylarından son güz aylarına kadar hep kalabalık ve cıvıl cıvıl olurdu. Hele hasat zamanları, daha bir başka, panayır yeri gibi daha kalabalık ve şenlikliydi..
Gördüğüm ve bildiğim kadar; İmam Bağında da üzümler asmalarından kesilerek sepetlere alınır, bağda pekmezin kaynatılacağı yere taşınırken, tam olgunlaşmamış üzümler “Bağekşisi” yapılmak üzere ayrılır, diğerleri sudan geçirilerek yıkanmış bir kıl çuvala doldurularak, ahşap bir teknenin içine konup çiğnenir, çıkan üzüm suyu teknenin oluğundan alınarak kazanlara taşınırdı. Bu işlem yapılırken daha önce köyde Ova’ya giderken, Kaş’ı çıktıktan hemen sonraki yerden alınıp getirilmiş olan, özel pekmez toprağından da yeteri kadarı ilave edilirdi.
Artık kazanlara alınmış bulunan üzüm suyu altı, baharda kesilip bir tarafa yığılan asma budantısı veya oralarda bolca bulunan çeşitli odunlarla yakılırken, kazan kaynatılır, kaynayan şıra köpükleri bir uzun kepçe ile alınarak, taşması önlenirdi. İyice kaynamış bulunan bu eriyik, sabaha kadar dinlendirilirdi.
İkinci gün kazanın dibine çökmüş toprağa dokunulmadan, kaynamış şıra, bu defa leğenlere alınarak yine iyice kaynatıldıktan sonra dibine çökmüş kalan toprağından da süzülüp alınarak, pekmez olurdu. Pekmezin; şekerin olmadığı veya ulaşılamadığı yıllarda, yukarıda da söylediğim gibi, köyün hem pekmezi ve hem de şekeri olduğunu sanırım
Bu arada hasadı yapılırken bir tarafa ayrılmış olan, o yıllardaki tat ve rayihalarını hiç unutamadığım süt mısırlardan, son zamanda olgunlaşanlar da, anılan kazanların altından çekilen ateşte pişirilerek, sıcak sıcak yenilirdi.
Tam olgunlaşmadığından ayrılan üzümlerin suyu da çıkarıldıktan sonra, kaynatılarak koyu bir kıvama geldiğinde alınır, limonun bulunmadığı o yıllarda limon yerine ve ekşiye ihtiyaç duyulan yerlerde kullanılırdı. Bildiğim kadarı ile buna da köyde “Bağekşisi” denirdi..
Artık kış ayları da geldiğinden düğünler başlar, gençler evlendirilerek köyde yeni yeni aileler oluşturularak, o yıllardaki örf ve adetler ile çocuklar erkence evlendirilerek iş gücüne yeni kuşaklar yetiştirilirdi.
Bilenler biliyor ama bilmeyenler için söyleyeyim; köy ve bahçeleri gibi, İmam Bağları da viran ve bakımsız, tek kelimeyle ciğerler acısı, o eski yıllardaki şaşaalı ve ikbal günleri artık çok gerilerde kalmış, hatta yok olmuşlar. Eskiden böyle terk edilen yerlere Baykuşlar yerleşirlermiş. Biz insanlar doğayı da kirlettiğimizden, orada Baykuşların bile yaşadıklarını sanmam.
Bir zamanların İrem bağları, Cennet bahçeleri kadar güzel imam bağları ile birlikte diğer bağ ve bahçeleriz, bugün nemelazımlığın, avareliğin, kaderine terk edilmişliğin, hıyanete uğratılmanın ve unutulmuşluğun hüznünü yaşıyorlar. Allah bizleri affetsin

Tevfik Demir
Konya’daki Yeşildereli