07 Şubat 2020 Cuma
Doğal kalesi, içinde ve yakınlarında bulunan ilk insanların barınağı mağaraları, içinden geçen çayı ile çok eski tarihlerden beri bir yerleşim yeri olan Yeşildere, nice kavimleri içinde barındırarak, onları doğal yapısı ile, hem düşmanlarından korumuş ve hem de bereketli toprakları ile beslemiştir.
Tarihi bilgilere göre bu bölgede Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler sonrada Romalılar ve Bizanslılar hüküm sürüp yaşamışlardır. İsa’nın doğumundan 40 yıl kadar sonra onun 12 havarilerinden biri olan Sen Pol’un, buraya yakın eski adı ile “Aşıran” yeni adı ile “Ekinözü” köyü yakınında, şimdilerde harabe, o yıllarda ise büyük bir yerleşim yeri olan,Derbe’den ilk Hıristiyanlığı yaydığını biliyoruz.
Sen Pol’in,Derbe’de yetiştirdiği rahiplerinin ve keşişlerinin buradan,İbrala, Manazan, Madenşehir yakınlarında Binbirkilise ve Mut yolu üzerinde Alahan’daki manastırlarda, o yıllardaki Müslümanlıktan önceki Hıristiyanlığın buralarda yayılmasını sağlamışlardır.
İbrala’ya ilk Müslüman kavmin Selçuklular zamanında geldiği bilinir. Yani Selçuklu Türk ve Müslüman halkın buraya geldikleri zaman İbrala artık o eski mağaralarda değil, halkının kendi elleri ile yaptıkları evleri, pırıl pırıl akan deresi ve üzerlerinde birer gerdanlık gibi, her biri birer sanat yapısı olan köprüleri, hamamı ve ibadet yeri kiliseleri ile tertemiz bir Rum kasabasıydı.
İbrala’ya Selçuklulardan sonra Karaman oğulları, son olarak da Horasan’dan yine Türk ve Müslüman olan Yunus Emre’nin dedesi ile gelenler, önce Aşıklar Öreni’ne (Tekke) daha sonraları, uzun süren kuraklık sebebiyle, bir kısım Karaman’a, çoğunluk da İbrala’ya gelip yerleşmiştir.
İbrala’nın çok uzun zamandan beri önemli bir yerleşim yeri olduğunu, tamamıyla yok olanlar hariç, bizlere kadar gelen, köyün içinde ve civar ören yerlerinde bulunan düzinelerce sayıdaki, geniş mezarlıklarından da anlayabiliriz..
Elimde bulunan 1919 yılında yapılan bir istatistiğe göre; Karaman’a bağlı nahiyelerden en büyüğü İbrala’da, 256 hanede, 1597 nüfus yaşarken, yine o istatistiğe göre, (Gafariyat) Kazım Karabekir’de 1000, (İlisira)Yollarbaşı’nın ise 1100 nüfus olduğu yazılıdır.
Sadece benim yaşımda olanlar değil 20,30 yıl önce, o günlerin İbrala’sında doğup büyüyenler de, köyümüzün üç mahallesinde hane sayısının da, yaşayanların sayısının da, daha çok olduğunu hatırlayacaklardır.
Köyün bütün sokaklarında olduğu gibi, bizim sokakta da, arkadaşlarımla hemen yol üstünde veya yakındaki alanlarda, tüm çocuk oyunlarını doya doya oynarken, öteki mahalle ve sokaklara gidenler ve hayvanları kalabalığımızdan zor geçerlerdi.
Bu kadar kalabalık insanlarını besleyen köyün dört tarafında tarlaları, hayvanlarının otlatıldığı meraları, bağ ve bahçeleri olduğu gibi, deve, at ve kısrak yoz(sağılmayan sığırlar), inek, dana ve onbinleri bulan koyun ve keçi sürüleri de bulunuyordu.
Aynı zamanda bu nüfus için ilkokulu, sonrada orta ve lise’si çok eskiden beri nahiye müdürü, nüfus memurluğu ve jandarması ile resmi daireleri de bulunuyordu.
Daha önceleri burası ile ilgili bir yazımda, emekli olduktan sonra eşimle birlikte, kalan ömrümüzü, baba ocağımız ve hasretini çektiğimiz sılamızda, eski tanıdık ve yakınlarımız arasında doldurmak düşüncesinde olduğumu da yazmıştım. Ancak bütün Türkiye’de olduğu gibi, zaman içindeki siyasilerin politikaları sebebiyle, köyümde nasibini çok fazlası ile almış, yavaş yavaş boşalmış, canlılığını kaybetmişti.
Eskiler İbrala’‘nın, yedi kere dolup yedi kere boşaldığını söyler.Bu dolup boşalmanın sebebini pek bilemem ama, ya bir menfaat için veya ölüm kalım derecesinde olan olaylar sebebi ile olması gerekir.Çok yakın tarihimizde de görüldüğü gibi,Denircik,Kayaönü gibi yerlere, daha çok kazanma, yabancı ülkelere işçi olarak veya memuriyet sebebiyle de köyden ayrılışlar oldu ki, hepside menfaat ayrılışlarıydı.
Şu anda, şehre göçmüş olan bazılarının nasıl bir hayati ruhiyat içinde olduklarını bilemem. Ancak, çocukluğunun tamamını, ayrılırken de kalbinin yarısını orada bırakıp gelen ve irtibatını hiçbir zaman kesemeyen bir İbrala sevdalısı olarak biliyorum ki, bunlar arasında duyarlı, maddi ve manevi değerlerini hala kalbinde taşıyan, benim gibi düşünen hemşerilerim vardır.
Şehirde yaşam, zamanın lüzumlu lüzumsuz alışkanlıklarına harcanan paranın yanında, üretmeden hazırdan yemeye harcanan paralar daha çok. Aynı zamanda içinde alın teri ve el emeğinin de olmamasından bereketi de kalmamıştır.
Eskiden o köyde sevgi, vefa, bağlılık, neşe ve kederi riyasız birlikte paylaşırdık. Şimdi o eski değerleri paylaşır görünsek te candan ve yürekten değil gibi.Ulvi duygular ortadan kalktı.. Bence hepimizin içinde o eski yılların saf ve tertemiz duyguların özlemi var.
Tekrar edecek olursak, siyasi yanlışlıklar insanların maddi ve manevi değerlerini, ulvi duygularını tamamen ellerinden almış, hiç terlemeden kolay para kazanma hırsı içinde ve kanaat duygularını kaybettirmiş, nemelazımcılık ve avarelik içimizi kaplamıştır.
Bizim bu vurdumduymazlığımız sebebiyle, Cenabı Allah ta bize uygun olanını göndererek, kaderimizi bizim hareketlerimize göre çiziyor.
Köyü en son geçen Kasım ayında ziyaret ettiğimde gördüm ki, yüzyıllardan beri burada olan Jandarma karakoluna da kilit vurulmuş. Nahiye Müdürlüğü, Nüfus Müdürlüğü, Ortaokul, Lise ve İlkokul’un kapandığını daha önce sizde duymuşsunuzdur. Önümüzdeki Mart ayının sonunda Belediyede kapanıyor.
Artık Kale Camisine yıllardır çıkılmıyor. Köyde bulunan beş adet cami eski yıllarda her beş vakit dolup taşarken, birine kilit vurulduğunu, diğerlerinde de sadece imamı, bazen da bir iki cemaati ile ibadete açılabildiğini duydunuz mu?
O dolup taşan sokaklarının tamamen boşaldığını, içinde doğup büyüdüğümüz, anamız babamız ve kardeşlerimizle iyi ve kötü günlerini geçirdiğimiz, sırlarımızı dört duvarının içinde saklayan evlerimizin, birer harabeye döndüğünü gördünüz mü? .
Her bahar boz bulanık suları ile yakın bahçeleri dahi kaplayan, üzerindeki köprülere sığamayacak kadar coşan, yaz aylarında ise pırıl pırıl olduğundan içinde yüzdüğümüz, suyunu çekinmeden içtiğimiz, çeşitli balıkların kaynaştığı dere artık yok. Bilhassa yaz akşamları içinde aşk şarkılarını söyleyen kurbağaların bile, kirli olduğundan artık pek yaşamadıkları kulağınıza kadar geldi mi?
Tilkici Hasan emmi kaleden “Bugün karşı değirmen bulgura dönecek. Bulguru ve irisi olanlar değirmene getirip öğüttürsünler”diyemiyor artık. Çünkü o günlerde köylünün hemen yanında birer değer olan o değirmenlerin yıkıntıları kalmış.
Artık tabiat ana bile küstü. Hani o eski yağan ve aylarca dağlardan, damlardan kürüdükleri için sokaklara dağlar gibi yığılan ve aylarca kalkmayan karlar acaba nerelere gitti, bileniniz varmı?
Köyün hemen karşısında bulunan Döşeme’de hiç durmadan pırıl pırıl akan iki adet çeşme vardı. Çocukken mahallemize yakın olduğundan, buralardan karlarda kalktığı için yenice filizlenmiş çayırında, yenice doğan kuzu ve oğlakları güderdik O çeşmenin ikisi de kurumuş. Akmıyorlar artık.
Çeşme deyince aklıma geldiler. Son 15 – 20 yıl önceye kadar köyün içinde bildiğim kadarı ile beş veya altı adet, çok eskilerden bize kadar gelmiş tarihi çeşmelerin muslukları da olmadığı için gece, gündüz durmadan pırıl pırıl demir ülüklerinden(Borularından), sular akar, analarımız, bacılarımız ve kızlarımız, evlerin ihtiyacını buradan alırlar, fazla suları da hayvanların içtikleri yalaklardan,şımarı yolu ile dereye ulaşırdı. Çoğumuzun o bacasındaki zincirle bağlı kalaylı tasından kana kana suyunu içtiğimiz çeşmelerin kaldırıldığını bilirsiniz.
Ancak bunlardan başka hani ekinimizi ekip harmanlarımızı kaldırdığımız veya hayvanlarımızı otlattığımız Akpınar, Çayırkuyu, Tuzaklı ve daha nice yerlerdeki çeşmelerinin de hala akıp, akmadıklarını biliyor musunuz? Körseyvadın, Kuzinin, Tuzlu pınar sularının akıp akmadığını içimizde kimler bilir ki? Ya kuyularımız. Onların sularının durumunu görüp bilen varmı içimizde?
Hani harman taşırken, sabah erkenden hayvanlarımızla iki mezarlığın arasından geçerken, orada yatanlara Fatiha gönderdikten sonra, kaştan çıkarak tozlu yollarından ta ovaya kadar gidip akşamüzeri de dönerken avuç avuç soğuk sularını içtiğimiz, yukarı ve aşağı kuyularını en son ne zaman gördünüz.?Çoğumuzun atalarının kabirlerinin bulunduğu, Tekke,Mendik,Kınık’ın kekik ve yavşan kokan havasını koklamayalı kaç yıl oldu?.
Baharla birlikte döllük olarak çıktığımız yukarıda adı geçen tarihi yerlerle birlikte dağ tarafında bulunan Çayırkuyu, Meğil, Tuzaklı ve Eneceyi, oralardan çil, çiğdem de çıkarırdık hatırladınız mı? Ayni zamanda buradaki meşeliklerden hiç acımadan kışın yakacağımız odunları da temin ederdik.Şimdi oraların ne halde olduklarını hiç mi merak etmiyoruz?..
Kurak yıllarda yağmur duasına çıktığımız Pınar kolu veya Döşemeye artık gidilmiyor. Aynı zamanda yine Döşeme, Pınarkolu, Korundibi ve şimdi isimlerini unuttuğum yerlere gelen koyun sürülerini sağmaya giden kadınlarımız yok artık.
Hani birde köyde deli dediğimiz, esasında deli mi? velimi? olduklarını pek bilemediğimiz Elif, Urkuya ve Hüseyin de yok oldular. Çolak kızda da olmadığına göre köyde eskiden Perşembe günleri gelen fakirlere verilen ufacıkta olsa o sadakaların şimdi verilip verilmediğini biliyormusunuz?
Ya Yukarıdere, bilhassa Kayaönü, Ova ve Denircik henüz yokken, mütevazı de olsa o koca köyün meyve ve sebze ihtiyaçlarını karşılayan yer. İlkbahardan son güz aylarına kadar içinden çıkmadığımız, yollarını ulu Ceviz ağaçlarının gölgelediği, Suları bol ve her türlü kuşun sesini duyduğumuz, bahçelerinden genç kız ve delikanlılarımızın şarkı ve türkü sesini duyduğumuz burasını son günlerde hiç gördünüz mü?
Hani birde her çeşit üzümlerin yetiştiği İmam bağı denilen ve köyün o günlerin şekeri de sayılan pekmezleri kaynatılırdı. Buralara ne oldu dersiniz.? Son güz ayında gezdiğim için söylüyorum. Hem burası ve hem de Yukarıdere denilen yerlerden, şu anda hiçbir şey kalmamış.
En son olarak diyeceğim şu ki Gelmesek te gitmesek te o köy bizim köyümüzdür, demeyin. Çaresiz ve çok uzakta olanlara sözüm yok. Çok iyi birinden dinlemiştim “Uzak yerlerden gönderilen dualar gönderilen kişiye mektup yazar gibi, kabrinin başında yapılan dualar ise, o kişi ile karşı karşıya konuşur gibi” olurmuş. Böyle bir imkânı kim istemez.
O köye giderek sıla edin kardeşim. Hiç olmazsa bayram arifelerinde gidin. Çünkü o köye borcumuz çoktur.En büyük borcumuz ise orada rahmet dileğine, Fatiha’ya ve anılmaya muhtaç atalarınızın kabirleri var, onları ziyaret edin..
Hepinize selam ve saygılar, ölmüşlerimize de rahmetler dilerim.
Tevfik Demir
Konya’daki Yeşildereli